11 Şubat 2014 Salı

“Yayınsız bilim ölüdür.”
G. Piel

Tıbbi araştırmalar ve onların sonuçları olan bilimsel yayınların
doğruluk düzeylerinin saptanması önemli bir etik konudur. Bir tıbbi
araştırmanın doğruluk düzeyi sadece editörleri, bilimsel okuyucuları
değil, tüm toplumu ilgilendirmektedir. Çünkü yanlış ya da yalan bir
bildiri toplum tarafından sağlanan araştırma fonlarının ziyan
edilmesine, bilim çevrelerinin dolayısıyla tüm toplumun yanıltılmasını
ve bilimin ilerlemesini ve insanların bu ilerlemeden yararlanmasını
geciktirmektedir (Ruacan, 2003).

“Yayınla ya da yok ol!”

Bilimsel yanıltmanın sık rastlanan biçimleri aşağıda
irdelenmektedir:

Yazarlık hakkı sorunları: Bilimsel bir yayında yazarlık hakkı
olmayan isimlerin yazar olarak gösterilmesi, hakkı olanların yazarlar
listesine alınmaması durumudur. Genelde bir bilimsel yayında, yazar
listesinin neresinde olursa olsun, tüm yazarlar çalışmanın tümünden
sorumludurlar. Bir bilimsel yayında yazarlar arasında yer alabilmek
için; çalışmanın planlanması, tasarımı, analizi veya yorumlanmasında
katkıda bulunmak; yayını hazırlamak veya önemli oranda düşünsel
katkı yaparak düzeltmek; yayınlanacak son biçime onay vermek
gerekmektedir. Hakkı olmayan kişilerin yazarlar arasına katılmasının
ve yayında hakkı olan kişilerin de katılmaması bilimsel ahlak ve
adalet kavramlarıyla uyuşmadığı açıktır.

Korsanlık (Plajerizm): Daha önce yayınlanmış bir yayının
tümünü veya bir kısmını kaynak göstermeden alarak kendi yayını gibi
yeniden yayınlamak olan bu yanıltma biçimi en ciddi etik
saptırmalardan birini oluşturmaktadır. Geçmişte kaynaklara
ulaşılabilmenin zor olduğu dönemlerde daha yaygın olan bu
uygulama elektronik araçlarla hemen her dilde yayına kolayca
erişilebilinen günümüzde azalmaktadır.

Uydurmacılık (Fabrikasyon): En ciddi bilimsel yanıltma
türlerinden olan uydurmacılık gerçekte olmayan verileri ve sonuçları
yayınlamak olarak tanımlanabilir. Kişileri yalan ve uyduruk yayınlar
yapmaya zorlayan koşulların kısmen akademik ortamdaki yayın
yapma baskısı olduğu açıktır.

Çoklu Yayın (Duplikasyon): Aynı verilerin ve sonuçların birden
fazla yayında verilmesi anlamına gelen bu yanıltma türü basit gibi
görünse de gerçekte ciddi boyutlara ulaşabilen bir uygulamadır. Aynı
makaleyi değişik dillerde yayınlamak da bu gruba girmektedir.

Bölerek Yayınlama (Salamizasyon): Bir önceki yanıltma
biçimine benzeyen bu yöntemde yazarlar tek bir çalışmadan çıkan
sonuçları yapay olarak bölerek birden fazla yayın çıkarma çabasına
girmektedirler.

İnsan-Hayvan Etiğine Saygısızlık: Günümüzde gerek insanlar
gerekse de hayvanlar üzerinde yapılacak araştırmalar etik kurulların
izni ve denetimine bağlıdır. Artık tüm araştırmalarda kabul şartı olarak
etik kurul onayı gerekmektedir. Bu onay olmadığı taktirde insan ve
hayvan üzerinde yapılmış olan araştırmaların yayınlanma olanağı
kalmamıştır.

Kaynakların Taraflı Seçilmesi: Araştırmacıların bilinçli ya da
bilinçsiz olarak sıklıkla yaptığı bir bilimsel yanıltma biçimi de budur.
Eğer yazarlar sadece kendi sonuçlarını destekleyen kaynakları
gösterip ters yöndeki araştırmaları kaynak olarak vermezlerse bu
taraflı bir sunuş olur.

Taraflı Yayın (Çıkar Çatışması): Günümüzde bilimsel
çalışmalar için çok büyük mali kaynaklar gerekmektedir. Ticari
şirketler tarafından desteklenen çalışmaların bilimsel tarafsızlık içinde
yürütüldüğü ve sonlandırıldığı, araştırmacılara herhangi bir çıkar
sağlanmadığı konusu açıklığa kavuşturulmalıdır (Ruacan, 2003).
Bilimsel araştırmalarda uyulması gereken en önemli nokta
verilen bilgilerin doğruluğudur. Böylelikle yapılan araştırmalar her
zaman daha iyiye doğru gidecektir. Hem araştırmacılar hem de
toplumlar için çok verimli olacaktır.


Araştırma etiği; bilimsel araştırma sürecinde beliren değer
sorunlarının çözümünde bilim toplumunun vicdanının temsilcisi olan
ilkeler bütünüdür. Tıp alanında üretilen bilgilerin etik açıdan ele
alınmasından söz edilirken, bu konunun başta hekimler olmak üzere
tüm sağlık çalışanları, biyoetikçiler, tıp sosyologları, yasa koyucular
ve benzeri uğraş sahipleri gibi... oldukça geniş bir kesimin ilgi alanına
girdiği görülmektedir. Tıp araştırmaları özelinde, uluslararası bildirge
metinlerine de çıkış noktası oluşturan etik ilkeler "zarar vermemek",
"saygı", "gizlilik", "bilgilendirmeye dayalı onam (rıza)" gibi denek
haklarını gözetmeye dayalı bir nitelik taşımaktadır.

Araştırmacı olarak hekimlerin uygulamalarında, araştırma ve
yayın etiği bağlamında değerler bilgisi ve eylemlerin etik niteliği
arasındaki koşutluk yok olduğunda, araştırma ve yayın etiği bir etik
sorun kümesi olarak yansımaktadır. Bu bağlamda araştırma etiğinde,
araştırıcının etik sorumluluklarının duyarlı bölümleri üzerinde duralım.
Araştırma sorumluluğu: Araştırmaya başlamadan önce,
araştırmacı, araştırmaya katılanlar, araştırmayı isteyenler
araştırmanın doğası ve karşılıklı sorumlulukları konusunda
anlaşmaya varmalıdır. Araştırmaya başlamadan önce kurum onayı
alınmalı, araştırma önerilerinde doğru bilgi verilmelidir. Araştırma
onaylanan araştırma protokolü uyarınca yürütülmelidir

Araştırmanın planlanması: Bilimsel yetkinlik ve etik araştırma
standartları uyarınca düzenlenmeli, yürütülmeli ve rapor edilmelidir.
Elde edilecek bulguların yanıltıcı olması engellenecek biçimde
düzenlenmeli ve etik kurallara uygun planlanmalıdır. Araştırmaya
katılacak insanlar ve etkilenecek öteki bireyler ve hayvan deneklerin
hakları ve gönençlerinin korunmasına yönelik önlemler alınmalıdır.

Araştırmanın yürütülmesinde sorumluluk: Araştırma yetkin bir
biçimde ve katılımcıların gönenci gözetilerek yürütülmelidir.
Araştırmacı kendisinin ve denetimi altındaki bireylerin eylemlerinin
etik kurallara uygunluğundan sorumludur. Araştırmacı ve yardımcıları
sadece eğitim aldıkları konularda görev üstlenebilirler. Projenin
hazırlanması ve uygulanması sırasında, özel örneklem gruplarının
tıbbi nitelikleri konusunda gerektiğinde uzman görüşü alınmalıdır
(Karakaş, 2003).

Zarar vermemek: Laik ve akılcı tıp yaklaşımının öncülerinden
olan Hipokrat'tan günümüze değin, tıp uygulamasında öncelikle zarar
vermemek (primum non nocere) ilkesinden söz edilmiştir. Araştırma
etiği açısından da geçerliliği olan bu durum çeşitli düzeylerde
gerçeklik kazanmaktadır. Örneğin; epidemiyolojik bir araştırmada,
kişilerin bilgi vermeye zorlanmaları bile, birçok kez onlara sıkıntı
veren bir uygulama olurken, ilaç araştırmaları sırasında kimi organ
sistemlerinde bozukluk ya da kayıp oluşan deneklerin durumu
kuşkusuz çok daha ağırlıklıdır.
"Profesyonel gönüllülük" kavramından konuyla ilgisi açısından
söz edilmelidir. İnsan sağlığının bir ticaret alanına dönüştürülmesi
yolunda harcanan olumsuz çabaların sonuçlarından birisi de, tıp
araştırmalarının para karşılığında sağlıklı gönüllüler üzerinde
yapılmasıdır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde büyük bir sorun oluşturan
bu durum, kimi ülkelerde yasal düzenlemelerle iyileştirilmeye
çalışılmaktadır (Arda, 1999).

İnsan deneklerinin tıbbi araştırmalarda
kullanılmasının etik boyutu Helsinki Bildirisi’nde ayrıntılı bir biçimde
anlatılmıştır. Araştırmaların en çok tartışılan yönleri kullandıkları insan
deneklerine verdikleri zararlarıdır. Kötü kullanımların önlenmesi için
araştırmacıların araştırma etiği açısından çok iyi eğitilmeleri
gerekmektedir (Breen, 2003).

Yaşama saygı: Araştırma etiğinde oldukça önem taşıyan
kavramlardan birisi de, yaşama saygı duyulmasıdır. Burada sözü
edilen yaşam, insanın da içinde bulunduğu tüm yaşam biçimleridir.
Doğal çevrenin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu
günümüzde, tüm canlıların yaşamına saygı göstermek bir zorunluluk
olarak görünmektedir. Bu bağlamda, laboratuvar hayvanlarını
kullanan araştırıcılardan etik duyarlılık taşımaları özellikle beklenir.
İnsan denekler üzerindeki biyomedikal araştırmalar için hekimler yol
gösterici önerileri içeren "Helsinki Bildirisi"nin temelinde de yaşama
saygı ilkesi bulunmaktadır.

Bilimsel araştırmada gizlilik: Bir araştırmanın yürütülmesi
sırasında bilim adamının başlıca sorumluklarından birisi de deneğin
kişisel mahremiyetinin korunmasıdır. Hekim andı metinlerinde de
öncelikli olduğu dikkati çeken bu konunun, çağlar boyunca hekimhasta
ilişkisinde merkezi bir yerde bulunmaktadır. Tıp
araştırmalarında kişisel gizliliğin korunması için bildirgelerin
hazırlanması oldukça yeni tarihlidir. Araştırmaların sürdürülmesinde
ve sonuçların yayınlanmasında deneklerin mahremiyetinin
korunması, kişisel bilgilerinin açıklanmamasını gerektirir. Gizliliğin
koşulları ve sınırları açıklanmalıdır. Gizli bilgi sadece bilimsel ve
profesyonel amaçlarla ve konuyla ilgili bireylerce tartışılmalıdır. Gizli
bilginin elde edilmesi, depolanması, erişimi, transferi ve yok edilmesi
denetim altında yapılmalıdır. Bu duyarlılığa sahip olmayan
araştırıcıların yayınlarında denek adlarını açıkça belirtmeleri ya da
onların kimliğini ele verecek bilgileri dile getirmeleri ya da bu yönde
fotoğrafların kullanımı etik dışıdır. Meslektaşlara danışılması
durumunda, onay alınmadan kimlik bilgileri açıklanmamalı danışma
amacının gerektirdiği kadar bilgi verilmelidir. Gizlilik içeren bilginin
açıklanmasının koşulları iyi değerlendirilmeli ve özenli davranılmalıdır.
Bireyi zarardan koruma, profesyonel yardım ve danışmanlık alma ve
verilen servis için ücret alma durumunda sadece bu amacı
sağlayacak yeterlilikte bilgi verilmelidir. Gizli bilgi, yasaca
yasaklanmıyorsa, ilgili kişi ve kurumun onayı alındıktan sonra
açıklanmalıdır. Gizli bilgiler ve katılımcıların kimliklerini açıklayıcı
bilgiler saklanarak araştırma medyaya açıklanmalıdır (Karakaş,
2003).

Aydınlatılmış onam (rıza): Araştırmaya katılım için
aydınlatılmış onam alınmalıdır. Helsinki Bildirgesi'nde de belirtilmiş
olunduğu gibi, araştırma ekibi denek adaylarını öncelikle amaçlar,
yöntemler, beklenen yararlar, olası tehlikeler ve ortaya çıkabilecek
rahatsızlıklar konusunda yeterince bilgilendirmelidir. Açık ve
anlaşılabilir bir dil kullanılmalıdır. Katılımcılara katılma kararlarında
özgür olduğu, olası riskler ve sorulacak öteki sorular açıkça
anlatılmalıdır. Sesli, görüntülü kayıt için izin alınmalıdır. Onam verme
yeterliliği olmayanlar için yasaların kabul ettiği kişi ya da
makamlardan izin alınmalıdır. Aydınlatılmış onamın gerekli
olmadığına araştırmacı tek başına karar vermemelidir. Deneklere
araştırma hakkında bilgi verilmelidir. Araştırmanın doğası, bulguları
ve sonuçları konusunda katılımcıların her aşamada bilgi alabilmesi
sağlanmalı, hatalı kanı ve yargılar düzeltilmelidir. Bilginin verilmemesi
veya geciktirilmesi değersel olarak haklı nedenlere dayanıyorsa,
araştırmacı zarar riskini azaltacak önlemler almalıdır (Karakaş, 2003).

Ayrıca denek adayına, istediği anda çalışmadan ayrılabilme,
rızasını geri çekme özgürlüğünün bulunduğu da bildirilmek
zorundadır. Daha sonra deneğin onamı yazılı olarak alınmalıdır. Tıp
uygulamasında yürütülen çalışmaların önemli bir bölümünün
retrospektif olduğu ve dosya üzerinden yürütüldüğü göz önüne
alındığında, hekim-hasta ilişkisinin başında, dosyaya giren bilgilerin
çalışma amacıyla ilerideki olası kullanımlarına ilişkin de onam
alınması gereği ortaya çıkmaktadır (Arda, 1999).

Yasalara uyma sorumluluğu: Araştırmayı planlarken,
yürütürken yasalara ve profesyonel standartlara, insan ve hayvan
deneklerden yararlanmaya ilişkin kurallara uyulmalıdır.




Yapılan bilimsel araştırmalar, o etkinlik alanında sahip olunan ayrıntı
bilgisini çoğaltmaya yöneliktir. Eğer herhangi bir araştırma, başına
bilimsel sıfatını alacaksa, kimi niteliklere sahip olmak zorundadır.
Yani, ancak bilimsel olmanın gerektirdiği koşulları tam olarak taşıyan
çalışmalar "bilimsel" olarak adlandırılır. Araştırmalarda bilimsellik, salt
teknik olanaklara sahip olmakla gerçekleşemez. Belirli bir yaklaşıma
(mentalite) sahip olmayı gerektirir. Araştırıcının yöntemli çalışması
bilimsel etkinlikte başarının ön koşullarındandır. Yeterince donanımlı
bir çalışma ortamına (laboratuvara, hastaneye vs.), araştırmaların
sürdürülebilmesine yetecek ekonomik kaynağa sahip olmak, bilimsel
çalışmanın maddi ve toplumsal gerek koşullarındandır. Ama; hazırlık,
varsayım oluşturma, denetli gözlem ve deneylerin yapılması ve
sonuçta verilerin yayınlanması aşamalarında da bilim üreten kişinin
kendini etik açıdan da sorgulamasını ve kendisiyle hesaplaşmasını
gerektirecek bir süreç içinde bulunması zorunludur. Bu süreç, hangi
alanda çalışırsa çalışsın, ancak yöntem sahibi olan ve "neden, nasıl"
sorularını kendine yönelten bilimsel araştırıcı için geçerlidir. Genel
olarak bilimsel araştırmalar için söz konusu edilecek durumlar tıp
araştırmaları için de geçerlidir. Temel tıp alanı, fizik, kimya gibi
alanlardakine benzer biçimde, her bilimsel araştırmada bulunması
gereken niteliklerin aynen aranacağı bir alandır. Buna karşılık tedavi
edici ve koruyucu tıp etkinlikleri, kendilerine özgü koşullara sahip
olmakla birlikte, bilimselliğin gerektirdiği olmazsa olmazların mutlaka
sağlanmasının beklendiği alanlardır. Bir başka deyişle, metodolojik
açıdan temel bilimlerden ayırt ettiren özellikleri olmakla birlikte, klinik
tıp içerisinde gerçekleştirilen araştırmaların da sağlam bir bilimsel
temel üzerine kurulmaları zorunludur (Arda, 1999).

Tıp etiği içinde önemli sorun kümelerinden olan araştırma ve
yayın etiği konusunda gündeme gelen olumsuz olayları tanımlar ve
yorumlarken, karşıtı olan iyi eylemler tanımlanmaktadır. Bu alanda
yapılan ve yapılacak olan tartışmalar; etik açısından sorun olan
durumların saptanması ve çözüm önerilerinin geliştirilmesini
sağlayacaktır (Çobanoğlu, 2003).

Araştırmaların başlatılmasında ve yürütülmesinde doğrudan
araştırıcıların, sonra etik kurulların ve destekleyen kurumların,
yayınlanması aşamasında da editörlerin sorumluluk sahibi olduklarını
söylenebilir (Arda, 2003).

 Araştırma etik kurulların esas görevi;
önerilen konuların bilimsel ve etik boyutlarını değerlendirmektir.
Bunlardan başka etik kurulların sadece başlangıçta değil, konuların
sonlandırılmasında da rol alması araştırmalar açısından çok faydalı
olmaktadır (Pich, Carne, Arnaiz, ve Gomez, 2003).

Editörler; bu sorumluluk hiyerarşisinde en önde bulunmasalar
da, yayıncılar işlevleriyle paralel olarak önemli düzeyde sorumluluk
taşımaktadırlar. Çünkü bilimsel gündemin saptanmasında onlar
oldukça belirleyici konumdadırlar. Bu aşamada editör
sorumluluğundan ve bir "editorial ethics"den söz etmek gerekmektedir
(Arda, 1999).
 Editörler ve bilim insanları birlikte çalışarak, üniform,
kısa ve öz, hemen anlaşılabilir bir anlatım sistemi oluşturmalıdırlar
(Day, 2003). Böylelikle editörler ve bilim insanları oluşturdukları
sistemlerle çalışmaların fazla abartılı olmasını önlemiş olacaklardır
(Yank ve Barnes, 2003).

Ekonomik olarak desteklenmeyen çalışmaların yürümeyeceği
bir gerçektir. Araştırıcı konu seçimini yaparken, o konunun
desteklenebilir olup olmadığını da düşünmek zorundadır (Arda,
1999). Bilim insanının araştırmasında ne kadar özgür olacağı da
başka bir tartışma oluşturmaktadır. Tıbbi araştırmalar ve onlara
finansal destek sağlayan endüstrilerin ortak çalışmaları birçok yenilik
oluştururken etik açısından da çatışmalara yol açmaktadır. Bununla
birlikte bazı araştırmacılar çalışmalarının sınırlandığını düşünürken
(Mangan, 2003) finansal destekler her geçen gün tıbbi araştırmaların
artmasına neden olmaktadır (Irby ve Wilkerson, 2003).
Tıp, meslek ve sanat olması yanında bilimsel uygulamalı bir etkinliktir.
Amacını gerçekleştirmek için bilimin bütün dallarındaki bilimsel
bilgileri ve bilimin yöntem bilgisini kullanan teknik bir disiplindir. Etiğin
uygulamalı etiğe yansıyan farklılaşmış uzantısı olarak da
tanımlanabilen tıp etiği, tıp uygulaması sırasında hekim-hasta, hekim-hekim,
hekim-kurum, hasta-sağlık politikası, denek-araştırmacı
hekim, vb. ilişkilerinde belirlenen değer sorunlarıyla ilgilenmektedir.
Hekim kimliğinin bilimsel yönü ile beliren bilim insanı/araştırmacı
yönü, onun araştırma yapma ve bunların sonuçlarını bilimsel
ortamlarda yayın yoluyla yansıtmasını gerekli kılar. Bu bağlamda
hekimin araştırma ve yayın etiği ilkeleri açısından bilgilenmesi ve
uygulamalarına yansıtması beklenir. Araştırma ve yayın etiği ilkeleri
ihlalinin çoğu kez bu konudaki değerlerin bilgisizliğinden
kaynaklandığı gözlenmektedir. Toplumun hekimden beklentisi, onun
nitelikli olmasıdır. Bu nitelik hem moral, hem de profesyonel
niteliktedir. Bir hekimin bu niteliklere sahip olması onun erdemidir.
Hekim bu niteliklerini koruduğu, onları yitirmediği sürece toplumun
beklentilerini karşılayabilecektir. Oysa kendini yenilemeyen, edindiği
deneyimleri bir bilgi sistematiği içinde bütünleştirmeyen, yeni sorunlar
karşısında yeni arayışlara yönelmeyen hekim söz konusu
niteliklerinden ödünler vererek, zamanla erdemini ve saygınlığını
yitirecektir (Çobanoğlu, 2003; Arda, 1990, s. 526).

Tıbbi etik, hekimin, kendisini seçim yapmaya zorlayan
durumlarda tutum ve davranışını belirleyecek ilkeleri irdeleyen
kuramsal bir disiplin olarak tanımlanmaktadır. Hekimin seçim yapmak
zorunda kaldığı ikilemler tıbbi etiğin konusudur. İkilem yaşatan
olayların, aynı tıbbi sorun çerçevesinde kümelenmesi ise etiksel
sorun kümelerini oluşturur. Bilimsel bilgileri ve bilimin yöntem bilgisini
kullanan uygulamalı bir etkinlik olarak tıp alanında; araştırma ve yayın
etiği, bilim etiği, araştırma etik kurulları, bilimsel araştırmalarda
dürüstlük, editoryal etik, akademik etik, bilimsel araştırmaların
değerlendirilmesi konunun farklı boyutları bağlamında etik sorun
kümeleridir.

Bir eylemin etik değerini irdelerken, etik yaklaşımlara göre
temellendirilir. Burada evrensel olarak kabul gören dört ana
yaklaşımdan söz etmek olasıdır. Bunlar Kant’çı, Utilitaryen (Yararcı),
Komunitaryen ve Liberal yaklaşımlardır. Tıbbi etik alanında en çok
Kant’çı ve Utilitaryen görüşler dikkate alınır. Hangi yaklaşım temel
alınırsa alınsın, tıbbi etik açısından olayları ve olguları
değerlendirirken etik ilkelerin ne oranda ve nasıl kullanıldıkları
önemlidir. Tıp alanında benimsenen temel etik ilkeler; aydınlatılmış
onam ve özerkliğe saygı ilkesi, sır saklama ilkesi, adalet ve eşitlik
ilkesi, yararlılık ilkesi... olarak sıralanabilir. Bazen ilkelerin birbiriyle
karşıtlık ilişkisi taşıdığı olaylarda, koşullar bağlamında en uygun ilke
kullanılmalı ve en az değer kaybıyla en fazla ilke kullanılarak tıbbi
eylem gerçekleştirilmelidir.

Bu ilkeler kısaca şöyle incelenebilir:

Aydınlatma ve özerkliğe saygı ilkesi

Aydınlatma; hekim hastasını hastalığı hakkında bilgilendirmekle
yükümlüdür. Bu bilgilendirme açık, anlaşılabilir bir dille ve hastanın
kültür düzeyine uygun şekilde sevecen bir yaklaşımla anlatılmalıdır.
Hekim yargılayıcı değil hastalık hakkında bilgilendirici olmaya özen
göstermelidir.

Özerklik ilkesi; hasta yeteri kadar bilgilendikten sonra
kendisiyle ilgili, bağımsız olarak düşünüp karar verebilme ve bu karar
doğrultusunda eylemde bulunma yeterlik ve yetkinliğine sahipse
özerklik ilkesi gündemdedir. Gelişen hasta hakları kavramıyla orantılı
olarak özerklik ilkesi hekimlik uygulamalarında yer almaktadır.
Özerklik ilkesinin yaşama geçirilmesinde hekim-hasta
arasındaki bilgisel eşitsizliğin gereken oranda giderilmesi ve hastanın
düşünüp, karar verip kendisi için uygun gördüğü eylemi
uygulayabilmesi gereklidir. Hekim bilgilendirme ve hastasının kararına
saygı gösterme şeklinde bu ilkenin yaşama geçmesine yardımcı olur.
Özerklik ilkesi, uygulamada özerkliğe saygı ilkesine dönüşür.
Tanı ve tedavi sürecinde hastanın alacağı kararların yaşama
geçirilmesi ve alınacak kararlara katılımına, bu ilke doğrultusunda
davranarak olanak tanınmalıdır. Bununla birlikte hastaların limitsiz bir
özerkliği diğer hastalar ve toplum açısından problem doğuracak
şekilde eylemlere yol açıyorsa, bu noktalarda özerkliğin sınırları
çizilmelidir.
Araştırma ve yayın etiği açısından, araştırmacı/hekim–
denek/hasta/katılımcı ilişkisinde katılımcıya bilgi verildikten sonra
araştırmaya/önerilen tedaviye katılımı için onayı alınmalıdır. Buna
tıbbi etik alanında aydınlatılmış onam denilmektedir. İnsan denekler
üzerinde yapılacak tıbbi araştırmalarda izlenecek temel etik ilkeler
Helsinki Bildirisi’nde ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Hekimler bilgisel üstünlükleri nedeniyle özerklik ilkesini,
yararlık ilkesi lehine göz ardı edebilmektedirler. Burada hasta
yeterliliği söz konusuysa, hastanın özerkliğine saygı göstermeye özen
gösterilmelidir. Bireyin yararını, en iyi kendisinin
değerlendireceğinden yola çıkılarak bu konudaki karşıtlık giderilebilir.

Sır saklama ilkesi; Hipokrat Andı'nda da yer verilmiş olan sır
saklama ilkesi, tıbbi etik ilkeler içinde en eski olanlardandır. Hekim
mesleği gereği ulaştığı bilgileri sır olarak saklamak zorundadır. Kişinin
özel bilgilerini saklamanın hekim-hasta arasındaki sözleşme gereği,
güven sağlayıcı önemli bir ilke olduğu için çok zorlayıcı yaşamsal bir
sebep, reddedilmesi başka değer kayıplarına yol açacak hukuki bir
şahitlik durumunda veya hastanın onayı dışında asla
açıklanmamalıdır. Hastanın bireysel özellikleri her koşulda sır olarak
kalmalıdır.

Adalet ve eşitlik ilkesi; adalet ilkesinin yaşama geçirilmesinde
ülkelerin sağlık sistemleri önemli bir belirleyen olmaktadır. Sağlık,
kişiden kişiye değişen bir olgudur. Mutlak eşitlik mümkün değildir.
Doğumsal nedenlerle başlayan, bireysel yaşam alışkanlıkları, yapısal
faktörler, çevresel etkilerle süren sağlık düzeyi bir insandan diğerine
değişmektedir. Sağlık gereksinimleri de, insandan insana ve
toplumdan topluma sosyo-kültürel olarak değişebilmektedir
(Çobanoğlu, 2003). Bununla birlikte, bilim ve teknolojideki gelişmeler
ve küreselleşme adalet ve eşitlik ilkesi üzerinde etkili olmaktadır
(Parker ve Hope, 2000).

Yararlılık ilkesi; başkalarına yardımcı olma anlamına gelen
yararlılık terimi, hekimlik uygulamalarında hasta bireylerin yararını
artırmaya yönelik eylemler olarak, “her tür koşulda hasta yararına
öncelik verilmelidir” şeklinde yükümlülük haline getirilerek yararlılık
ilkesine dönüştürülmüştür. Mutlak yararlı olmak ve yararla zararın
dengelenmesi diye iki grupta değerlendirilebilir. “Zarar vermeme
ilkesi” kimi yazarlar tarafından ayrı bir ilke olarak ele alınsa da
günümüzde, hiç zarar vermeden mutlak yararlı olan bir uygulama pek
mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle “yarar ve zararın
dengelenmesi” ve yarar lehine ağırlıklı kararların, yararlılık ilkesi
uyarınca yaşama geçirilmesi daha doğru gözükmektedir. Ayrıca,
organ nakillerinde “önce zarar vermeme ilkesi” gönüllü verici için
tamamen tersine uygulanmaktadır. Bu ve benzeri kaygılarla güncel
bilgiler ışığında bu ayrı bir ilke olarak değerlendirilmemektedir.


Nadir Dağ on Twitter!