ÜROGENİTAL SİSTEMİN GELİŞİMİ
Ürogenital
sistem, fonksiyonel olarak birbirinden tamamen farklı
üriner sistem ve genital sistem olmak üzere 2 bileşene ayrılabilir. Embriyonik ve anatomik olarak bu sistemler
birbirinin içine geçmiştir. Her iki sistem de karın boşluğunun arka duvarı
boyunca uzanan intermediyet mezodermden
gelişir. Paraksiyal mezodermi lateral plağa (somatik ve splanik mezoderme)
bağlayan mezoderm, intermediyet mezodermdir. Başlangıçta her iki sistemin de boşaltım kanalları kloaka ya açılır. İki sistemin birlikte gelişimi özellikle erkekte
belirgindir. İlkel boşaltım kanalı, önceleri üriner kanal olarak fonksiyon
görür fakat daha sonra esas genital kanala dönüşür. Erişkin erkeklerde genital organlar gibi
üriner organlar da tek bir kanal olan penil üretraya semen ve idrarı
boşaltırlar.
BOŞALTIM
BİRİMİNİN OLUŞUMU:
4.hafta başında, boyun bölgesindeki intermediet mezoderm somitlerle olan
bağlantısını kaybederek nefrotomlar
olarak bilinen segmental olarak düzenlenmiş hücre kümelerini oluşturur. Nefrotomlar yana doğru büyüyerek bir lümen
kazanırlar. Yeni oluşan tübüller, böbrek
tübülleridir (nefrik tübül). Böbrek tübülleri medial olarak intraembriyonik söloma açılırken lateral uçları
kaudal yöne doğru büyür. Kaudal büyüme sırasında, her biri bir sonraki
segmentin tübülü ile birleşir ve embriyonun her iki kenarında uzun bir kanal
oluşur. Bu olaylar gerçekleşirken, dorsal aortanın küçük dalları invagine
olarak, sölom boşluğunda eksternal
glomerülleri; nefrik tübülün
duvarında da internal glomerülleri oluşturur. Kapiller yumağından oluşan
glomerül ile nefrik tübül birlikte
boşaltım birimini yani nefronu oluşturur.
Torasik,
lumbar ve sakral bölgelerde intermediet mezoderm;
1-sölom boşluğu ile temasını kaybeder,
2-segmentasyonu kaybeder,
3-Her orijinal segmente karşılık 2-3
veya daha fazla boşaltım tübülü oluşturur.
Sonuç olarak, dış glomerüller
gelişemezler ve segmentasyon göstermeyen mezoderm, nefrojenik doku kordonlarını
oluşturur. Bu kordonlar, tüm böbrek
sisteminin boşaltım (renal) tübüllerini oluştururlar.
BÖBREK
SİSTEMLERİ
İnsanda intrauterin
hayatta pronefroz, mezonefroz ve metanefroz olmak üzere üç farklı böbrek
sistemi oluşur. Pronefroz, rudimenterdir
ve fonksiyonel değildir; mezonefroz, erken fetal dönemde kısa bir süre fonksiyon
görürken, metanefroz, kalıcı böbrektir.
PRONEFROZ: İnsan embriyosunda, pronefroz
servikal bölgede 7-10 kadar solid hücre kütlesidir. İlk oluşan vestigial nefrotomlar en son oluşanlardan önce gerilerler. 4.haftanın
sonunda pronefrik sistemin tüm belirtileri kaybolur.
MEZONEFROZ: Pronefrik sistemin gerilemesi
sırasında, mezonefrozun ilk boşaltım tübülleri ortaya çıkar. Hızla uzayarak, S-biçimli kangal oluştururlar
ve medyal bölümlerinde bir glomerulus edinirler. Burada tübül, Bowman kapsülünü oluşturur. Kapsül ve glomerül birlikte renal
korpüskülü (böbrek cisimciği) oluşturur.
Zıt uçta, tübül mezonefrik
veya Wolf kanalı olarak bilinen
toplayıcı boruya girer.
2.ayın
ortasında, mezonefroz, orta hattın her iki tarafında büyük ovoid bir organ
oluşturur. Gelişen gonad, medyal kenarda yerleştiğinden her iki organ
tarafından oluşturulan kabarıntı ürogenital
sırt olarak bilinir. Kaudal tübüller
bir yandan farklanırken; kraniyal tübüller ve glomerüller dejeneratif
değişiklikler gösterir ve 2.ayın sonunda büyük bir bölümü ortadan kalkar. Erkekte, birkaç kaudal tübül ve mezonefrik
kanal varlığını sürdürürken dişide ortadan kalkar.
METANEFROZ
(KALICI BÖBREK): 5.haftada
ortaya çıkar. Metanefrozun boşaltım
birimleri, metanefrik mezodermden
gelişir. Kanal sisteminin gelişimi pronefroz ve mezonefrozdan farklıdır.
Toplayıcı
Sistem:Kalıcı
böbreğin toplayıcı kanalları, mezonefrik kanalın büyümesi olan ve kloaka içine giriş yerine yakın yerleşik üreter tomurcuğundan gelişir. Tomurcuk, şapka biçimli metanefrik dokuya penetre olur. Ardından,
tomurcuk genişleyerek ilkel renal pelvisi oluşturur ve kraniyale doğru ilerler.
Kaudal kısmı gelecekteki major
kalikslerdir.
Metanefrik
dokuya penetre olurken her kaliks, iki yeni tomurcuk oluşturur. Bu tomurcuklar 12 veya daha fazla jenerasyon
tübül oluşturana kadar bölünmeye devam eder.
5.ayın sonuna kadar, periferde daha fazla tübül şekillenir. İkinci serideki tübüller genişler ve 3.ve 4.
jenerasyonda oluşan tübülleri absorblayarak minör kaliksleri oluşturur.
Gelişim ilerlediğinde, 5. ve daha sonraki jenerasyonun toplayıcı tübülleri, önemli miktarda uzar ve
minör kalikste birbirine yaklaşarak renal
piramiti oluşturur. Sonuç olarak; üreter tomurcuğu: üreter, pelvis
renalis, major ve minör kaliksleri ve yaklaşık olarak 1-3 milyon toplayıcı
tübülü oluşturur.
Boşaltım
Sistemi: Her yeni
oluşan toplayıcı tübül, distal ucunda metanefrik doku şapkasıyla kaplıdır. Tübülün indükleyici etkisi altında, doku
şapkasının hücreleri küçük tübülleri oluşturacak olan küçük renal vezikülleri oluşturur. Bu küçük tübüller, glomerül olarak bilinen
kapiller demeti ile birlikte nefronu
(boşaltım birimi) oluşturur. Nefronun proksimal ucu, glomerüler
kapillerlerin içine yerleştiği Bowman kapsülünü oluşturur. Distal ucu ise toplayıcı tübüllerden biri ile açık bir bağlantı kurarak,
glomerülden toplayıcı birime geçiş sağlanır.
Boşaltım tübülünün sürekli uzaması ile proksimal kıvrımlı tübül, Henle
kulpu ve distal kıvrımlı tübül oluşur. Özetle;
böbrek iki farklı kaynaktan gelişir.
1-Boşaltım birimlerini oluşturan metanefrik mezoderm;
2-Toplayıcı sistemi oluşturan üreter
tomurcuğu.
Fetal
gelişim sırasında, böbrek lopları derin yarıklarla bölmelenirken erişkinde
bölmeler kapanır. Doğumda, böbrekler
lobüllü görünümdedir. Bebeklik çağında,
nefronların büyümeye devam etmesiyle lobulasyon kaybolur ama nefronlar sayıca artmaz. Çocuklukta lobasyon devam
ederse lobüllü böbrek olarak
adlandırılır.
Metanefroz böbrek, gebeliğin 2.yarısında fonksiyon
görmeye başlar. İdrar, amnion boşluğuna geçer ve amnion
sıvısı ile karışır. Sıvı, fetus
tarafından yutulur ve kan dolaşımına absorblandığı bağırsak kanalına girer ve
böbrekler içinden geçerek tekrar amnion sıvısına boşaltılır. Fetal gelişim sırasında, böbrekler artık
ürünlerin boşaltılmasından sorumlu değildir.
Bu işlevi plasenta gerçekleştirir.
Konjenital
Kistik Böbrek: Böbreklerin üstünde veya içinde ince
duvarlı kistler bulunur ve aktif renal doku azdır. Bu anomali, konjenital polikistik böbrek olarak bilinir. Bazen bir ya da daha fazla
kist böbrek pelvisine yakın olarak bulunur.
Bu kistlerin, 2., 3 ve 4. serideki nefronların artıkları oldukları
düşünülmektedir. Bunların toplayıcı
tübülleri minör kaliks içine doğru absorblandığında, nefronlar genellikle
kaybolur.
Böbrekte kist oluşumunun
nedeninin toplayıcı sistemin anormal gelişimi
olduğu düşünülmektedir. Bazı olgularda,
kist oluşumu, toplayıcı tübül duvarlarının hiperplazisi ile diğerlerinde ise üreter tomurcuğunun
anormal farklanması ile ortaya çıkan genişlemiş, büzülmüş veya bazen atretik
tübüller nedeni iledir.
Renal Agenez:Tek taraflı ve çift taraflı böbrek oluşmaması olasılıkla
üreter tomurcuğunun erken dejenerasyonu nedeni iledir. Üreter tomurcuğu, metanefrik doku şapkasına
ulaşamadığında, sonrakiler çoğalamaz.
Tek taraflı böbrek oluşmaması 1/1500 oranında görülür, çift taraflı
agenez çok seyrektir.
Çift
taraflı renal agenezde, amnion sıvı miktarı, fetus amnionu içtiğinden ama
amnionu boşaltamadığından az olabilir
(oligoamnioz). Artık ürünlerin değişimi
için böbrekler gerekli olmadığından, fetus yaşayacak, gelişecek ama doğumdan birkaç gün sonra ölecektir.
Çift
ve Ektopik Üreter:
Üreter tomurcuğunun erken dağılması, üreterin kısmi veya tamamen duplikasyonu
ile sonuçlanabilir. Ardından metanefrik
doku, her biri kendi renal pelvis ve
üreterine sahip 2 parçaya ayrılır. Daha
sık olarak, toplayıcı tübüllerin sayısız bölünmesi ile iki parça bir miktar loplara
sahiptir. Nadir olgularda, bir üreter
mesaneye açılırken, diğeri vagina, üretra veya vestibüle açılır. Bu anomali, iki üreter tomurcuğunun gelişimi
sonucudur. Bu tomurcuklardan biri normal
pozisyonda iken diğeri mezonefrik kanal ile birlikte aşağıya hareket eder. Üretraya, vajinaya veya epididimal bölgeye
aşağıda ve anormal bir girişe sahiptir.
Böbrek
Pozisyonu: Başlangıçta
pelvik bölgede yerleşen böbrek, daha sonra abdomende daha kraniyal pozisyona
yerleşir. Böbreğin bu yükselişi, lumbar
ve sakral bölgelerde büyüme yanı sıra vücut
kavsinin azalması ile
gerçekleşir. Pelviste,
metanefroz, aortanın pelvik dalından arteriyal kanını alır. Abdominal seviyeye yükselişi sırasında, daha
yüksek seviyelerde aortadan çıkan arterlerden kanlanır. Daha alttaki damarlar genellikle dejenere
olur.
Pelvik
ve Atnalı Böbrek: Çıkışları
sırasında böbrekler, umblikal arterlerce oluşturulan arteriyal çatallanma
arasından geçer fakat nadiren onlardan biri bunu gerçekleştiremez, pelviste
common iliak artere yakın olarak kalır ve pelvik
böbrek olarak bilinir. Bazen her iki
böbrek umblikal arterlerce oluşturulan arteriyal çatallanma arasından geçerken
alt uçları kaynaşarak atnalı böbrek oluşur.
Atnalı böbrek, böbreğin yükselişi, inferior mezenterik arter kökü ile
engellendiğinden genellikle alt lumbar vertebralar seviyesinde yerleşiktir. Üreterler böbreğin anterior yüzünden çıkar. Atnalı böbrek, kısmen yaygın bir anomalidir
(1/600).
VESİCA
URİNERİA ve ÜRETRANIN GELİŞİMİ
Gelişimin 4. ve 7.haftaları sırasında,
ürorektal septum kloaca’ yı anorektal kanal ve primitif ürogenital sinüs olmak üzere ikiye ayırır.
Kloakal membran da önde ürogenital membran ve arkada anal membran olmak
üzere ikiye ayrılır.
Primitif
ürogenital sinüsün 3 bölümü ayırt edilir.
1-Üstte
ve en büyük parça olan vesica urineria:
Başlangıçta, kese allantoisle devam eder. Allantois lümeni kapandığında, kalın fibröz
bir kordon olan urachus, idrar kesesinin apeksini göbek kordonu ile bağlı tutar. Erişkinde
median umblikal ligament olarak kalır.
2-Kısmen
dar bir kanal olan ürogenital sinüsün pelvik parçası: Erkekte üretranın prostatik ve membranöz
parçasını oluşturur.
3-Definitif
ürogenital sinüs: ürogenital sinüsün fallik parçası olarak da bilinir. Bir
taraftan diğer tarafa doğru önemli ölçüde yassılmıştır ve dışarıdan, ürogenital
membranla ayrılır. Definitif ürogenital
sinüsün dişi ve erkekte gelişimi önemli ölçüde farklıdır.
Kloakın bölünmesi
sırasında, mezonefrik kanalların kaudal parçaları önemli ölçüde absorblanarak
vesica urineria duvarına katılır.
Sonradan, başlangıçta mezonefrik kanalların dışarı doğru tomurcukları
olan üreterler ayrı ayrı mesaneye girer.
Böbreklerin yükselişinin sonucu olarak, üreter açıklıkları kraniyale
doğru hareket ederken mezonefrik kanalları da birbirlerine yakın olarak yer
değiştirerek prostatik üretraya girerler ve erkekte ejakular kanallara
farklanırlar. Her iki mezonefrik kanal
ve üreter mezodermal kökenli olduğundan, kanalların katılmasıyla (mesane
trigonu) oluşan mesane mukozası da mezodermal kökenlidir. Mesanenin geri kalan parçası ürogenital
sinüsten gelişir ve endodermal kökenlidir ve mesanenin içi tamamen endodermal
epitel ile döşelidir.
Üretranın
Gelişimi: Dişi ve
erkeğin üretra epiteli endodermal kökenli iken, çevre bağ dokusu ve düz kas
dokusu splanik mezoderm kökenlidir. 3.ayın sonunda prostatik üretra çoğalmaya
başlar ve çevre mezenşime giren birkaç tomurcuk oluşturur. Erkekte bu tomurcuklar prostat bezini oluşturur.
Dişide ise, üretranın kraniyal parçası uretral bezleri ve paraüretral bezleri oluşturur.
Urakal
Fistula, Urakal Kist ve Urakal Sinüs:
Allantoisin intraembriyonik kısmının lümeni kapanmadığında, idrar göbek
bağından atılır. Bu anomali, urakal fistula olarak bilinir. Eğer sadece allantoisin bir bölümü kalırsa,
onu döşeyen örtünün salgılama aktivitesi sonucu kistik bir genişleme olabilir
ve urakal kist olarak
adlandırılır. Daha üst bölgelerin epiteli
varlığını sürdürürse urakal sinüs oluşur. Bu sinüs, genellikle mesane ile devam eder.
ÜRİNER
SİSTEM HİSTOLOJİSİ
Üriner sistem, metobolizma
sonucu oluşan toksik ürünleri kan dolaşımından alarak, idrar olarak vücuttan
uzaklaştırır. Bu olay böbreklerce gerçekleştirilir. Sadece toksinleri kan
dolaşımından uzaklaştırmakla kalmaz aynı zamanda sağlık için gerekli olan
tuzları, glukozu, proteinleri ve suyu
da geri emer. Süzme ve maddeleri koruma
işlevlerinden dolayı, böbrekler kan
basıncının, hemodinamiklerin ve vücudun asit-baz dengesinin düzenlenmesine de yardımcı olurlar. İdrar, böbreklerden üreterlere, ardından depo
görevi gören vesica urineria’ ya aktarılır.
İşeme sırasında mesanedeki idrar, uretra yoluyla vücut dışına aktarılır.
Böbrekler aynı zamanda endokrin bir organdır. Renin, eritropoietin,
prostaglandinleri sentezler ve vitamin D’ nin dolaşımdaki öncülünü (1,25 – hidroksikolekalsiferol) de aktif
vitamine dönüştürürler.
BÖBREK
Böbrekler, karın arka
duvarında retroperitoneal olarak yerleşik geniş, kırmızımsı renkte, fasulye
biçimli organlardır. Karaciğerin yerleşiminden dolayı sağ böbrek, sol böbrekten
1-2 cm
kadar daha aşağıdadır. 11 cm uzunluğunda, 4-5 cm genişliğinde, 2-3 cm kalınlığındadır. Böbrek, perirenal doku içine gömülüdür. Konveks yüzü laterale, konkav kısmı hilum ise
medyale bakar. Renal arter ve ven
dalları, lenf damarları ve üreter
hilumda böbrekleri deler. Üreter bu bölgede genişleyerek renal pelvisi oluşturur. Hilumun yağ ile dolu derin kısmı renal sinüs olarak adlandırılır.
Böbreklerin üstü, kendisine
gevşekçe tutunmuş, ince, az sayıda
elastik lifler ve düz kas hücreleri içeren düzensiz sıkı bağ dokusu bir
kapsülle çevrilidir. Böbrekler dışta korteks ve
içte medullaya sahiptir.
Korteks, koyu kahverenkli ve granüler görünümde iken medulla, tabanları
korteks medulla sınırında yerleşik olan medulla piramitleri olarak
adlandırılan 6-12 tane koni biçimli kütlelere ayrılır. Medulla piramitlerinin tepesi renal papilla olarak adlandırılır. Piramitlerin tepesi, Bellini kanalının açılma
noktaları olan 20 veya daha fazla delik içerir
ve area cribrosa olarak
adlandırılır. Tepe bölümü bir minor
kaliksle çevrelenir. İki ya da daha fazla minor kaliks birleşerek major kaliksleri oluştururlar. Üç veya
dört major kaliks, üreterin genişlemesi ile oluşan pelvis renalise boşalırlar. Komşu piramitler birbirlerinden kortekse benzeyen kortikal
sütunlarla (Bertin sütunları) ayrılırlar. Her minor kaliks, bir
papilladan gelen idrarı toplar. Her piramitin tabanını üstten örten korteks
parçası, kortikal kavis olarak
adlandırılır. Makroskopik olarak kortekste 3 tip yapı gözlenir.1-Kırmızı,
noktaya benzer yapıda renal korpüsküller,
2- kortikal labirent olan kıvrıntılı
tubüller, 3-uzunlamasına çizgiler
olan ve renal piramitlerde yerleşik
yapının kortekstteki devamları olan medullar
ışınlar
Bir medulla piramiti, onu
kaplayan korteks bölgesi ve kortikal
sütunlar ile birlikte bir böbrek lobunu oluşturur. Yani, böbrek çok loplu bir organdır. Her
medullar ışını çevreleyen kortikal labirent parçasıyla birlikte medullar ışın böbrek lobülüdür ve koni şekilli
yapısıyla medulla içine doğru devam eder.
ÜRİNİFER
TÜBÜLLER
Böbreklerin fonksiyonel birimi, çok
kıvrımlı bir yapı olan ve içinden geçen sıvıyı
idrara dönüştüren ürinifer
tübüllerdir. Bu tübüller, embriyonik
olarak farklı kökenlerden gelişen nefron
ve toplayıcı tübül olmak üzere 2 parçadan oluşur. Bir böbrekte 1.3 milyon nefron bulunur. Bir kaç nefron, tek bir toplayıcı tübüle boşalır
ve bir çok toplayıcı tübül medullanın
derin bölgesinde birleşerek daha geniş
duktusları oluştururlar. Bu kanalların
en genişi Bellini kanallarıdır ve
area cribrosada renal papillayı delerler.
Ürinifer
tübüller sıkıca paketlendiğinden, böbreğin bağ dokusu stroması azdır. Ürinifer
tübüller epitelyal yapıda olduğundan bağ dokusu yapısındaki stromadan bir bazal lamina ile ayrılır. Bağ dokusunun çoğu, böbreğin zengin kan damarlarına yataklık yapar.
Nefron:İnsanda daha kısa olan kortikal nefron ve daha uzun olan ve
renal korpüskülü kortekste, tübüler parçaları ise medullada yerleşik juksta-medullar
nefron olmak üzere 2 tip nefron
bulunur. Juksta-medullar nefronlar, tüm
nefronların sadece % 15’
ini oluşturur. Medulla, dış zon ve iç
zona ayrılır. Dış zon da dış stripe ve
iç stripe olmak üzere ikiye ayrılır.
Juksta-medullar
nefronlar, 40 mm
uzunluğundadır. Nefronu oluşturan
bölümler, farklı fizyolojik işlevleri yerine getirmek üzere farklanmıştır. Böbrek
cisimciği (renal korpüskül), kandan gelen sıvıyı süzer. Nefronun
tübüler kısımları (proksimal tübül, Henle kulpunun ince parçaları ve
distal tübül) filtratı, idrar oluşturmak üzere değişikliğe uğratır.
Böbrek
Cisimciği (renal korpüskül):
250-250 µm çapında, yuvarlak-oval yapılardır. Bowman kapsülüne invagine olan
kapiller yumağı yani glomerülden oluşur.
Nefronun genişlemiş ön bölümüdür.
Glomerül, Bowman kapsülünün
visseral tabakası ile tam temastadır. Visseral tabaka podosit adı verilen değişikliğe uğramış epitel hücreleri tarafından
oluşturulur. Bowman boşluğunun (üriner
boşluk) dış duvarı, ince bir bazal
lamina üzerine oturan tek katlı yassı epitel yapısındadır ve paryetel tabaka olarak adlandırılır. Glomerülü oluşturacak damarın girdiği ve
glomerülü oluşturduktan sonra çıktığı
bölge damar kutbu olarak
bilinir. Böbrek cisimciğinin proksimal
tübül ile devam ettiği bölüm ise idrar
kutbu olarak adlandırılır. Glomerüle
kanı, düz ve kısa afferent arteriyol
getirir ve glomerül, efferent
arteriyole drene olur.
Glomerül, tamamen bir arteriyal
kapillerler yataktır. Afferent arteriyolün
dış çapı, efferentten daha geniş olmasına rağmen lümen çapları hemen hemen
eşittir.
Efferent
glomerülar arteriyol, kan akışına daha büyük direnç gösterir ve glomerülde
diğer kapiller yataklardakinden daha fazla kapiller basınç oluşturur. Glomerülden çıkan filtrat, kapiller
endotel duvarı, bazal lamina ve Bowman kapsülünün visseral yaprağından oluşan filtrasyon bariyerini geçerek Bowman
boşluğuna girer.
Glomerül:Glomerül, afferent glomerular
arteriyolün dallarından oluşan anostomatik kapiller yumağıdır ve efferent
glomerular arteriyole drene olur.
Afferent arteriyolün bağ dokusu bileşeni Bowman kapsülüne girmez. Normal
bağ dokusu hücreleri, mezangial
hücreler olarak adlandırılan özelleşmiş hücre tiplerine dönüşür.
Ekstraglomerular ve intraglomerular mezangial hücreler olmak üzere iki grup
hücre bulunur. Ekstraglomerular mezangial
hücreler, damar kutbunda yerleşiktir.
Perisite benzeyen intraglomerular mezangial hücreler ise renal korpüskül
içinde yerleşiktir.
İntraglomerular
mezangial hücreler fagositik
hücrelerdir ve bazal lamina rezorbsiyonunda fonksiyon görürler. Mezangial hücreler kontraktil de olabilirler Anjiotensin II gibi vasokonstriktör
maddeler için reseptörleri vardır ve glomerül içindeki kan akışını azaltırlar. Ayrıca, Bowman kapsülünün visseral
tabakasının kapillerlere temas etmediği bölgelerde glomerular kapillerleri de desteklerler.
Glomerülleri
oluşturan kapillerler, fenestratalı kapillerlere benzerler. Endotel hücreleri, çekirdeği içeren bölgeler
haricinde çok yassılaşmıştır. Porları
genellikle diyafram içermez. Porları geniştir ve 70-90 nm çapındadır. Bu kapillerler, kanın şekilli elemanları ve
fenestrata çapından büyük makromoleküller için (örneğin, molekül ağırlğı 69 000
dalton olan albumin için) bir bariyer olarak rol oynar.
Bazal
Lamina:Glomerular
bazal lamina, yaklaşık olarak 300 nm kalınlığındadır ve 3 tabaka içerir. Ortadaki dens tabaka, lamina densa, 100 nm kalınlığındadır ve tip IV kollajen
içerir. Daha az elektron dens tabaka
olan lamina rarae (lamina lucida), laminin, fibronektin ve polianyonik bir proteoglikan olan heparan sülfatı içerir ve lamina
densanın her iki tarafında da yerleşiktir.
Bazı araştırıcılar, kapiller endotel hücreleri ve lamina densa arasındakine lamina
rara interna; lamina densa ile Bowman
kapsülünün visseral yaprağı arasındakine ise lamina rara eksterna olarak adlandırır. Fibronektin ve laminin; pedisellerin ve
endotel hücrelerinin lamina densaya tutunmasını sağlar.
Bowman
kapsülünün visseral yaprağı:
Bu yapı, süzme işlevini gerçekleştirmek için ileri derecede değişikliğe uğramış
epitel hücrelerince oluşturulur. Bu hücreler, primer (major) uzantılar olarak
adlandırılan ve glomeruler kapillerlerin uzun ekseni boyunca onları takip eden
ama sıkıca temas etmeyen uzun
sitoplazmik uzantılara sahip büyük hücrelerdir.
Her primer uzantı pedisel olarak da adlandırılan bir çok sekonder uzantı
içerir. Pediseller, glomerüler kapillerlerin çoğunu sararken
farklı podositlerin komşu primer
uzantıları ile de interdigitasyonlar yapar.
Pediseller,
negatif yüklü bir sialoprotein olan podocalyxin
içeren iyi gelişmiş glikokaliks örtüsüne sahiptir. Pediseller, bazal laminanın lamina rara
eksterna tabakası üzerinde uzanır. Pedisel
sitoplazmaları organel içermez ancak
mikrotubul ve mikroflamentleri bulundururlar.
Komşu pediseller arasında 20-40 nm genişliğinde filtrasyon sliti olarak bilinen dar yarıklar bulunur. Filtrasyon
slitleri, komşu pediseller arsında uzanan 6 nm kalınlığında ince bir slit diyaframla kapatılır ve filtrasyon
(süzücü) bariyerinin bir bölümü olarak
işlev görür. Slit diyaframda porlar
bulunur.
Podositlerde,
düzensiz biçimli çekirdek, Golgi kompleksi, GER sisternaları ve çok sayıda
serbest ribozom bulunur.
Filtrasyon
Süreci: Fenestrata
içinden geçerek glomerüler kapillerleri terk eden sıvı, bazal lamina tarafından
süzülür. Lamina densa daha büyük
molekülleri (> 69 000 Dalton) yakalarken lamina rara’ nın polianyonları,
negatif yüklü moleküllerin ve deformasyona uğrayamayan moleküllerin geçişini engeller. Lamina densaya giren sıvı, filtrasyon
slitindeki diyaframın porlarından geçerek Bowman boşluğuna girer ve glomerular infiltrat olarak
adlandırılır.
Daha büyük molekülleri yakaladığında bazal lamina
tıkanabileceğinden ve intraglomeruler mezangiyal hücreler devamlı olarak fagositoz
yapmadığından hem podositler hem de glomerular endotelyal hücreler biriken
maddeleri uzaklaştırır.
KLİNİK
İLİŞKİ
1-İdrarda albümin
bulunması (albuminüri), glomerular
endotelin geçirgenliğinin artışı sonucudur.
Nedenleri arasında damar harabiyeti, hipertansiyon, civa zehirlenmesi ve
bakteriyel toksinlere maruz kalma sayılabilir.
2-Bazal
lamina, glomerülden süzülen
antijen-antikor komplekslerinin birikimi nedeniyle veya antibazal membran
antikorunun bazal lamina ile reaksiyonu sonucu bozulabilir ve glomerülonefrit tipleri ortaya çıkar. Bakteriyel enfeksiyondan sonra oluşan immün
bileşikler, glomerüler hücrelerin (endotelyal ve mezangiyal hücreler)
çoğalmasına yol açabilir ve nötrofiller ile monositleri kendilerine çekerler. Akut proliferatif glomerulonefrit olarak
bilinen bu durum, çocuklarda gözlenir ve genellikle tedavi ile geri dönüşümlüdür. Bu hastalık erişkinlerde daha ciddidir; hızlı
ilerleyen (crescentik) glomerülonefrite dönüşebilir. Crescentik glomerülonefritin tipik özelliği,
ciddi glomerüler harabiyete yol açan glomerüler hücre döküntülerinin
bulunmasıdır. Bowman kapsülünün paryetel
hücrelerinin çoğalması ile Bowman boşluğuna göç eden nötrofiller ve lenfositler
ortaya çıkar. Hem hücresel crescentler
hem de fibrin birikimleri glomerüler kapillerleri sıkıştırır.
3-Lipoid
nefrosis vakalarında, bazal lamina antikorlarla kalınlaşmaz ama komşu
pedisellerin birbirleri ile kaynaştığı
görülür. Çocuklarda en çok görülen
böbrek hastalığıdır.
PROKSİMAL
TÜBÜL
Proksimal tübül, kıvrımlı (pars contorta) ve düz parça (pars
recta) olmak üzere iki parça içerir.
Bowman
boşluğu, idrar kutbunda proksimal tübüle drene olur. Bu bağlantı bölgesinde (boyun bölgesi), Bowman kapsülünün paryetel tabakasının tek
katlı yassı epiteli, tübülün tek katlı
kübik epiteli ile bağlanır. 14 mm uzunluğunda ve 60 µm
çapındaki proksimal tübül, korteksin büyük bir bölümünü oluşturur. Proksimal tübülün yoğun kıvrımlı bölümü
renal korpüsküllere yakın yerleşimlidir ve pars convulata (proksimal kıvrıntılı
tübül) olarak adlandırılır. Kısmen daha
düz olan kısmı pars recta ise ( Henle kulpunun inen kalın kolu) korteks
içindeki medullar ışınlarla aşağıya iner ve medullada dış ve iç striplerin
birleşme hattında Henle kulpu ile devam
eder.
Proksimal
tübülün kıvrımlı parçası, eozinofilik, granülar sitoplazmalı tek katlı kübik
epitel ile döşelidir. Çizgili kenarlı
hücrelerdir. Lateral hücre membranları
genellikle birbirleriyle interdigitasyonlar yaptıklarından ışık mikroskobunda
izlenemez. Hücre yükseklikler
fonksiyonel durumlarına bağlı olarak alçak kübikten yüksek kübik epitele kadar değişebilir.
Proksimal
kıvrımlı tübüller, ideal fiksasyonla, geniş ve açık lümenler ve
mikrovillusların kaybı olmaksızın hücreleri izlenebilir. Parafin kesitlerde lümenler kapalı olarak
izlenebilir. Hücreler PAS reaksiyonu ile iyi izlenebilen bazal membran üzerine
oturur. İnce yapı özelliklerine göre 3
tip bölge bulunur.
*Kıvrımlı tübülün ilk 2/3’ lük bölümü S1 olarak;
*Geri kalan kıvrımlı tübül parçası ile
pars rectanın büyük kısmı S2 olarak;
*Geri kalan pars recta bölümü S3 S1
bölgesini oluşturan hücreler,
uzun (1.3-1.6 µm), sıkıca paketlenmiş mikrovillileri ve apikal kanaliküller
olarak adlandırılan ve apikal
sitoplazmaya doğru uzanan intermikrovillar
caveola sistemlerini içerir. Bu sistem,
aktif diüresis sırasında daha yoğun olduğundan glomerular ultrafiltratın
tubuler temizlenmesi sırasında proteinlerin geri emiliminde fonksiyon gördüğü
düşünülmektedir. Bu hücrelerde
mitokondri, Golgi apparatus ve diğer hücre organelleri bulunur. Lateral ve
bazal uzantıları hücrenin tüm yüksekliği boyunca uzanabilir. Bu uzantılar uzun ve dardır ve genellikle
uzun ve tubuler tip mitokondriler içerirler.
S2 bölgesini oluşturan hücreler,
S1 bölgesinin hücrelerine
benzer ancak daha az mitokondri ve apikal
kanalikül ve daha az ve daha kısa
interselüler uzantılar içerirler.
S3 bölgesini
oluşturan hücreler, birkaç mitokondrili alçak küboidal hücrelerdir. Seyrek interselüler uzantılar içerirken
apikal kanalikülleri bulunmaz.
Proksimal
hücrelerce sodyumun % 67-80’
si kadarı, klor iyonları ve su, glomerular ultrafiltrattan geri emilerek bağ dokusu stromaya aktarılır. Sodyum; bazolateral hücre membranında bulunan Na+K+
ATP-az ile ilgili sodyum pompasıyla
aktif olarak hücre dışına pompalanır. Na+, elektriksel nötraliteyi sürdürmek için klor iyonları
ve osmotik dengeyi sürdürmek için de su moleküllerince takip edilerek onlar da geri emilir. Ek olarak, glomerular ultrafiltrattan glukozun tamamı, amino asitler ve proteinlerin tamamı geri
emilir. Proksimal tübül aynı zamanda
organik katı maddeleri, ilaçlar ve toksinler gibi vücuttan hızla uzaklaştırması
gereken maddeleri de elimine eder.
Henle
Kulpunun Kolları: Proksimal
tübülün pars rectası, Henle kulpunun ince kolu ile devam eder. Çapı 15-20 µm olan bu ince tübülün hücreleri,
1.5-2 µm yüksekliğinde tek katlı yassı epitel hücreleridir. İnce segmentin uzunluğu nefronun yerleşimine
bağlı olarak değişir. Kortikal
nefronlarda 1-2 mm
uzunluğunda veya hiç bulunmazken, jukstamedullar nefronlarda 9-10 mm uzunluğundadır. Saç tokası biçiminde bir kangal oluşturarak medulla derinliklerine
hatta pelvis renalise kadar iner.
Proksimal tübülün pars rectası ile devam eden kangal bölgesi, Henle kulpunun inen ince kolu olarak
adlandırılır. Saç tokası biçimli bölgesi; Henle
Kangalı (kulpu); Henle Kangalını, distal tübülün pars rectasına bağlayan
bölümü ise Henle kulpunun çıkan ince
kolu olarak adlandırılır.
İnce
kolları oluşturan hücrelerin çekirdekleri lümene doğru çıkıntı yapar. Mikroskop incelemelerinde kapillerlerle karıştırılabilir ama hücreleri daha kalındır,
çekirdekleri daha soluk boyanır ve lümenlerinde kan hücresi bulunmaz. Bir kaç kısa mikrovilli ve çekirdeği
çevreleyen sitoplazmada az sayıda mitokondri içerirler. Bazal kısımlarından
çıkan çok sayıda hücre uzantısı komşu
hücrelerle interdigitasyonlar yapar.
Henle
kulpunun farklı bölgelerinde ince yapı özellikleri farklı, hepsi yassı hücreler
olan 4 tip (Tip I, II, III, IV) hücre bulunur.
Henle
kulpunun inen ince kolu, suya çok geçirgendir.
Üre, sodyum, klorür ve diğer iyonlara ise geçirgendir.
Çıkan ve inen bölümler arasındaki en büyük farklılık, çıkan ince kısmın
suya kısmen geçirgen olmasıdır.
DİSTAL
TÜBÜL
Pars recta ve pars
convulata (distal kıvrımlı tübül) olmak üzere iki kısım içerir. Pars recta, Henle kulpunun çıkan ince
kısmının devamıdır ve Henle kulpunun
çıkan kalın kolu olarak da bilinir.
Çıkan kalın kol ve distal kıvrıntılı tübül arasındaki
distal tübülün değişikliğe uğramış kısmı macula
densa olarak adlandırılır.
Henle
kulpunun çıkan kalın kolu 9-10
mm uzunluğunda ve 30-40 µm çapındadır. Çıkan ince kolla medullanın iç zonundaki iç
stripe kavşağında birleşir ve kortekse ulaşmak için medulla içinden düz olarak
yükselir. Çıkan kalın segmenti oluşturan
alçak kübik biçimli epitel hücreleri merkezi olarak yerleşik yuvarlak veya
kısmen oval çekirdekli ve az sayıda mikrovillusludur. Bu hücrelerin yan yüzleri birbirleri ile
interdijitasyonlar yapmasına rağmen komşu hücreler arasındaki ilişki proksimal
kıvrımlı tübüllerdekiler gibi değildir.
Bazal interdijitasyonlar biraz daha fazla olmasına karşın mitokondri
sayısı proksimal kıvrımlı tübüllerdekinden daha fazladır. Ayrıca komşu hücrelerle kuvvetli zonula
occludensler içerirler.
Çıkan
kalın kol su ve üreye geçirgen değildir.
Hücrelerinde tübül lümeninden klorürün aktif taşınımı için klorid (
belki sodyum) pompaları bulunur. Distal tübüldeki filtrat, böbrek korteksine
ulaştığında tuz yoğunluğu düşükken üre yoğunluğu yüksek olarak kalır.
Henle
kulpunun çıkan kalın kolu kendi böbrek cisimciği yakınından geçerken, afferent
ve efferent arteriyol arasında bulunur.
Distal tübülün bu kısmı macula
densa olarak adlandırılır.
Distal
kıvrımlı tübüller, 4-5 µm uzunluğunda,
25-45 µm çapındadır. Lümenleri geniş ve
açıktır. Proksimal tübüllere göre soluk
ve granüler sitoplazmalı hücreler bulundururlar. Hücreler daha dar olduğundan, enine
kesitlerde daha çok çekirdek görülür. Az
sayıda mikrovilli içerirler. Çekirdekler
apikal yerleşimli, yuvarlakça ve 1-2 dens çekirdekçik içerirler. Mitokondriler
ve bazal interdigitasyonlar, Henle
kulpunun çıkan kalın kolundaki kadar çok değildir.
Distal
kıvrımlı tübüller, proksimal kıvrımlı tübüllerden daha kısa olduğundan korteks
kesitlerinde daha az (7/1 oranında) izlenirler.
Distal
kıvrıntılı tübüller, genellikle kendi böbrek cisimciklerinden hafifçe düz
olarak yukarıya çıkıp toplayıcı tübüllerin kavislenen kısmına drene olurlar.
Çıkan
kalın kola benzer olarak, distal kıvrımlı tübüller su ve üreye geçirgen
değildir. Ancak hücrelerinin bazolateral
membranlarındaki yüksek Na+-K+ ATP-az aktivitesi,
sodyum-potasyum değişim pompalarını kuvvetlendirir. Aldosteron hormonuna yanıt olarak, bu
hücreler tübül lümeninden böbrek interstitumuna geri kalan tüm sodyumu (ve
pasif olarak kloriti) aktif olarak geri emerler. Ayrıca, potasyum ve hidrojen iyonlarını aktif
olarak lümene vererek ekstraselüler
vücut sıvı potasyum düzeyini ve idrarın asiditesini kontrol eder.
JUKSTAGLOMERÜLAR
APARATUS
Jukstaglomerular
apparatusu 3 yapı oluşturur:
*Distal tübülün macula densa’ sı
*Komşu afferent (nadiren
efferent) glomerular arteriyolün jukstaglomerülar hücreleri
*Ekstraglomerular
mezangiyal hücreler (polkissen hücreler=lacis hücreler=kutup yastıkçıkları=Gormagtigh
hücreler)
Macula
densa hücreleri dar
ve yüksek olduğundan, diğer distal tübüle göre hücre çekirdekleri birbirlerine
daha yakın bulunurlar ve ışık mikroskobunda dens noktalar şeklinde
izlenirler. Çekirdekleri merkezi
yerleşimlidir. Çok sayıda mikrovilli ve
küçük mitokondriler ve çekirdeğin altında uzanan Golgi kompleksi
içerirler.
Jukstaglomerular hücreler, afferent
arteriyolün (nadiren efferent arteriyol) tunica media tabakasında bulunan değişikliğe
uğramış düz kas hücreleridir.
Çekirdekleri oval yerine yuvarlaktır.
Sitoplazmalarında bir proteolitik enzim olan renin granülleri içerirler.
Ayrıca bu hücrelerde anjiyotensin-dönüştürücü enzim (ACE), anjiyotensin
I ve anjiyotensin II de bulunur.
Jukstaglomerular
hücreler ve macula densa hücreleri arasında normalde epitel ve diğer dokular
arasında bulunması gereken bazal lamina bu noktada olmadığından JG hücreler ve
macula densa hücreleri birbirlerine
temas ederler.
Ekstraglomerular
mezangiyal hücreler, afferent ve efferent arteriyol, macula densa ve böbrek
cisimciğinin idrar kutbunun sınırladığı alanda bulunur. Nadir granülleri
bulunur ve intraglomerular mezangiyal hücrelerin devamıdır.
TOPLAYICI
TÜBÜLLER
Toplayıcı
tübüller, nefronun bir bölümü değildir.
Embriyonik orjinleri farklıdır, gelişimin ilerleyen dönemlerine nefronla
karşılaşarak birleşir ve kesintisiz bir yapı oluştururlar. Birkaç
nefronun distal kıvrıntılı tübülleri kısa bir toplayıcı tübül oluşturmak üzere
birleşirler. Toplayıcı tübüle giren
glomerular infiltrat değişikliğe uğrar ve medullar papillaya taşınır. Toplayıcı tübüller, 20 mm uzunluğundadır ve
kortikal, medullar ve papillar olmak üzere 3 bölge içerirler.
Kortikal
toplayıcı tübüller, medullar ışınlarda yer alır ve 2 tip kübik hücre
içerirler.
1-Esas
hücreler (principal hücreler):
Oval ve merkezi yerleşimli çekirdekleri, az sayıda küçük mitokondriaları ve
seyrek mikrovilliye sahip hücrelerdir.
Bazal membranlarında bir çok katlantı vardır. Lateral hücre membranları plili olmadığından
ışık mikroskopla belirgin olarak izlenirler. İşlevleri bilinmemektedir.
2-İnterkalat
hücreler: 50-200 nm
çapında çok sayıda apikal vezikülleri, apikal hücre membranlarında küçük
mikroplakalar ve çok sayıda mitokondrileri olan hücrelerdir. Bu hücrelerin çekirdekleri yuvarlak ve
merkezi yerleşimlidir. Hidrojen
iyonlarını aktif olarak taşıyarak ve salgılayarak vücudun asit-baz dengesini
ayarlarlar.
Medullar toplayıcı tübüller, bir çok kortikal tübülün birleşmesi ile
oluştuklarından daha geniş çaplıdır.
Medullanın dış zonundakiler, kortikal toplayıcı tübüllere hem esas hem de interkalat hücreleri
bulundurduklarından benzerdir.
Medullanın iç zonundakiler sadece esas hücreleri içerirler.
Papillar toplayıcı tübüller (Bellini
kanalları), birkaç medullar toplayıcı tübülün birlikte akışı ile oluşan bu
yapılar 200-300 µm çapında geniş kanallardır. Papilla renalisin area cribrosa bölgesinde
idrarı minör kalikslere aktarırlar. Bu
kanallar sadece yüksek prizmatik esas hücrelerce döşenirler.
Toplayıcı
tübüller, suya geçirgen değildir. Ancak
antidiüretik hormon (ADH) varlığında suya ( bir derece üreye de) geçirgen
olurlar. ADH yokluğunda, idrar bol ve
hipotonik; varlığında ise idrar hacmi düşüktür ve idrar yoğundur.
BÖBREK
İNTERSTİTİUMU
Böbrekler,
kollajen liflerin arasında bir miktar elastik lif içeren düzensiz sıkı bağ
dokusu ile kuşatılmıştır. Bu kapsül,
alttaki böbrek korteksine sıkıca bağlanmaz.
Kan damarları hilumdan girerken bazıları kapsülden kaynaklı ince bir bağ dokusu ile çevrelenirler. Kortikal bölgede sadece ürinifer tübülleri
saran bazal membranlar ile onların kan kaynağının etrafında ince bir bağ dokusu
bulunur. Bağ dokusunda fibroblastlar ve
makrofajlar çoktur.
Medullada
korteksten daha çok interstitial bağ
dokusu bulunur. Ürinifer tübüller ve kan damarları bağ dokusuna gömülü olarak
bulunur. Bağ dokusunda,
fibroblastlar, makrofajlar ve
interstisyal hücreler bulunur.
İnterstisyal hücreler, merdiven gibi
biri diğerinin üstüne gelecek şekilde dizilirler. Düz toplayıcı tübüller ve Bellini kanalları
arasında çok bulunurlar. Bol lipit
damlacıkları içeren, uzun çekirdeklere sahip hücrelerdir. Bu hücrelerin
kan basıncını düşüren bir vazodilatatör olan ve karaciğerde medullipin
II ye dönüştürülen medullipin I ‘i
sentezlediklerine inanılır.
Böbrek
Dolaşımı: Arteriyel Kaynak
Böbrekler, abdominal aortanın dalı olan renal arterden
zengin kan alır. Hiluma girmeden önce,
renal arter önce anterior ve posterior olmak üzere ikiye; ardından 5 segmental
artere dallanır. Segmental arterler,
diğer segmental arterlerle anastomoz yapmazlar.
Bu damarların birinden akan kan
kesilirse o damarın beslediği alan kanlanamaz.
Bu nedenle böbreğin her segmentin özel bir arterle beslendiği vasküler
segmentlere bölündüğü söylenebilir.
Segmental
arterler lobar arterlere dallanır. Lobar arterler, renal piramitler
arasında kortikomedullar kavşağa doğru akan 2-3 kadar interlobar
artere dallanır. Kortikomedullar
kavşakta bu arterler arkuat arterleri
oluştururlar.
Arkuat
arterlerin önceleri birbirleriyle anastomoz yaptığı düşünülürken son
çalışmalarda bu arterlerin terminal dallarının birbirleriyle bağlantı kurmadığı
gösterilmiştir. Bunun yerine terminal
dallar, diğer arkuat arter dalları gibi kortekse çıkarak interlobular arterleri oluşturur.
İnterlobular
arterler, kortikal labirentlerde komşu medullar ışınlar arasında yaklaşık
olarak yolun yarısına kadar çıkarlar.
İki lobül arasında yol alırlar.
İnterlobular arterlerden bir çok dal ayrılır. Bu dallar böbrek
cisimciğinin glomerüllerini kanlandıran afferent glomerülar arteriyollerdir. İnterlobular arteriyollerin bir kısmı korteks
içinden yükselerek kapsülü deler ve kapsülar pleksusun oluşumuna
katılırlar. İnterlobular arterlerin çoğu
afferent glomerular arteriyoller olarak sonlanırlar.
Her
glomerül, efferent glomerülar arteriyole drene olur. Jukstamedullar nefronların glomerüllerine ve
kortikal nefronların glomerullerine drene olan 2 tip efferent glomerülar
arteriyol vardır.
Kortikal
nefronların efferent glomerülar arteriyolleri kısadır ve peritübüller kapiller
şebekeyi oluşturmak üzere dallanırlar.
Bu kapiller yatak, glomerüller hariç tüm kortikal labirenti kanlandırır. Peritübüller kapiller şebekenin endotel
hücreleri (belki korteks ve dış medullanın bağ dokusu hücreleri) eritropoietin hormonunu sentezler ve salgılarlar.
Korteksin
alt ¼’ lük bölümünde yer alan
glomerüller gibi jukstamedullar nefronların glomerüllerinden köken alan
efferent glomerular arteriollerin her biri 10-25 kadar uzun, saç firketesi
biçiminde medulla derinliklerine inen kapillerleri oluştururlar. İnen kolları arteria rectae, çıkan kolları
vena rectae olarak
adlandırılır. Bu damarlar sıklıkla basitçe vasa
recta olarak da adlandırılır. Henle kulpunun iki kolu ve toplayıcı tübülleri takip eden
ve etrafında dolanan Vasa recta’nın saç
firketesi biçimli şekli, idrar yoğunluğunun
fizyolojisi için gereklidir.
Böbrek
Dolaşımı: Venöz Drenaj
Vena recta, kanı arkuat venlere
aktarır. Kan medulladan drene olur.
Korteksteki kan yıldız biçimli subkapsüler ven sistemi olan ve
interlobular venlerin dalları olan stellat venlerde toplanır. İnterlobüler
arterler efferent glomerular arteriyolden de kan alırlar. Aynı adlı arterlere paralel olan İnterlobuler
venler kanlarını arkuat venlere taşırlar.
Yani, arkuat venler hem medullaya hem de kortekse drene olurlar. Arkuat venler, interlobar venlerin dallarıdır
ve hilum yakınında birleşerek renal veni oluştururlar. Bu ven kanı vena cava
inferiora aktarır. Aynı adlı arterler
olmasına karşın lobar ve segmental venler bulunmamaktadır.
Böbrek
Dolaşımı: Lenfatik Kaynak
Böbreklerin lenfatik kaynağı tam
olarak anlaşılamamıştır. Çoğu lenfatik
damarın geniş arterleri takip ettiğine inanılmaktadır. Bir çok araştırıcı böbreklerin lenfatik
kaynağının subkapsüler bölgede ve medullada olmak üzere yüzeyel ve derin olarak
yerleştiğine inanır. Yüzeyel ve derin
sistem, hilum yakınında birbirleri ile
birleşerek veya birleşmeyerek daha geniş lenfatik trunkusları
oluştururlar. Vena cava ve abdominal
aorta yakınındaki lenf nodları, böbreklerden lenfi alırlar. Kortekste
geniş arterleri takip etmeyen
lenf damarları vardır fakat lenflerini
hilumdaki lenf damarları pleksusuna boşaltırlar.
Böbreklerin
İnnervasyonu: Böbreğe
gelen çoğu lif miyelinsiz, sempatik liflerdir.
Bu lifler renal arter etrafında yol alarak pleksus oluştururlar. Bu fibrillerin hücre gövdeleri olasılıkla
aortik ve celiac pleksuslarda yerleşiktir. Sempatik liflerin dalları, renal arteriyal dalları innerve
eder. Sempatik lifler, böbrek
tübüllerinin epiteline, jukstaglomerular ve interstisyal hücrelere ve böbrek kapsülüne de gelirler. Duysal fibriller ve parasempatik lifler (
olasılıkla N.vagus’ tan) de böbreklerde bulunur.
BÖBREKLERİN
GENEL İŞLEVLERİ
Böbreklerin, vücut sıvısının içeriği
ve hacminin düzenlenmesi yanı sıra boşaltımda da rolleri vardır. Özellikle, katı bileşenleri ( sodyum,
potasyum, klorit, glukoz ve amino asitler gibi) ve asit-baz dengesini düzenlerler. Terleme ile fazla miktarda sıvının
kaybedildiği yaz mevsiminde, üriner output hacimce azalır ve osmolaritece
artar. Kış aylarında ise terleme ile
sıvı kaybı az olduğundan üriner output
hacimce artar ve idrar seyreltiktir.
Böbrekler
ayrıca, detoksifiye edilmiş son ürünleri atar, idrarın osmolaritesini düzenler
ve eritropoietin, medullipin I, renin ve prostaglandin gibi maddeleri de
salgılar.
Sonuç
olarak, böbrekler kan basıncını düzenler ve kalsiyum taşınımını kontrol eden
vitamin D’nin dihidroksikolikalsiferole dönüşümünü sağlar.
İDRAR
OLUŞUM MEKANİZMASI
İki böbrek, renal arterler
geniş ve abdominal aortanın direkt dalları olduğundan dolaşımdan önemli miktarda kan alır. Bir fruktoz polimeri olan inulin, glomerular filtrasyon hızını
(GFR) ölçmede kullanılır. Her 5 dakikada
bir tüm kan iki böbrekten geçer. Dakikada
1220 ml kan her iki böbreğe girer, 125 ml/
dakika glomerular filtrat oluşur.
Her gün 180 litre
glomerular filtrat oluşur sadece 1.5-2 litresi idrar olarak atılır. Her gün 178 litre böbreklerden
geri emilir ve sadece total glomerular filtratın % 1 kadarı atılır.
Böbrek
Cisimciğinde Filtrasyon: Kan afferent arteriyolden glomerül
içine geçerken farklı basınçtaki bir bölge ile karşılaşır. Burada kapiller içi kan basıncı Bowman
boşluğundan daha fazla olduğundan sıvıyı kapillerden boşluğa doğru zorlar. Bowman boşluğuna giren sıvı glomerular
ultafiltrat olarak adlandırılır.
Filtrasyon bariyeri 3 bölümlü (endotel hücresi, bazal lamina, filtrasyon
slit veya diyaframı) olduğundan, hücresel materyel ve büyük makromoleküller
glomerulu terk edemez. Ultrafiltrat
plazmaya benzerdir (içerdiği maddelere bakılmaksızın). 69 000 daltondan büyük olan moleküller
(örneğin albumin) bazal lamina tarafından yakalanır. Moleküler ağırlığa ek olarak, molekül şekli
ve molekülün elektrik yükü ve filtrasyon bariyerinin fonksiyonel durumunun
hepsi birlikte bir molekülün bariyeri geçme yeteneğini etkiler. Filtrasyon bariyeri negatif yüklü bileşenler
içerdiğinden negatif yüklü moleküller pozitif yüklülere göre daha zor geçerler.
Proksimal
Tübülde Geri Emilim: İdrar kutbu yoluyla proksimal
kıvrıntılı tübüle girmek için Bowman boşluğunu terk eden ultrafiltrat, burada
değişikliğe uğramaya başlar. Proksimal
tübül lümeninden geri emilen materyeller, tübül epitel hücrelerine girerler ve
buradan interstisyal bağ dokusuna ekzositozla verilirler. Burada, geri emilen maddeler zengin kapiller şebekeye girer ve kan dolaşımı
yoluyla vücuda geri döner.
Ultrafiltrattan emilen materyelin
çoğu proksimal tübülde görülür. Normal
olarak, proteinlerin, glukozun, amino asitlerin ve kreatininin % 100’ü; bikarbonat iyonlarının hemen hemen
tamamı; sodyum ve klor iyonlarının ve suyun
% 67-80’i proksimal tübülde geri emilir.
Proksimal
tübül hücrelerinin bazolateral plazma membranındaki Na+-K+ ATP-az
la kuvvetlendirilmiş sodyum pompaları, sodyumu böbrek interstisyumuna
pompalar. Bazolateral membranda sodyum
iyonlarının hücre dışına hareketi, tübül lümenindeki sodyumun ultrafiltratı
terketmesini ve hücreye, hücrenin apikal membranından girmesine yol açar. Bu durumda, net sodyum haraketi
ultrafiltrattan böbrek bağ dokusu içine doğrudur. Elektriki nötraliteyi sürdürmek için, klor
iyonları pasif olarak sodyumu takip eder.
Osmotik eşitliği sağlamak için de su, pasif olarak sodyumu takip eder
(osmoz ile).
Proksimal tübül hücrelerinin apikal plazma
membranlarındaki ek enerji-gerektiren pompalar, amino asitler ve glukozun sodyumla birlikte renal interstisyuma birlikte taşır.
Pinositotik veziküllerle
hücreye getirilen proteinler, lizozomal enzimlerle endosomlar içinde
parçalanır.
Her gün 140
gram glukoz, 430 gram sodyum, 500 gram klorit, 300 gram bikarbonat, 18 gram potasyum iyonu ve 142 litre su proksimal tübüllerden geri emilir.
Proksimal tübül aynı zamanda bazı maddeleri tübüler
lümene salgılar. Bu maddeler arasında H+
iyonları, amonyak, fenol red, hippürik asit, ürik asit, organik bazlar,
etilendiamintetraasetat ve penisilin gibi bazı
ilaçlar sayılabilir.
Henle Kulpu ve Ters
Akım Çoğaltıcı Sistem: Glomerular
ultrafiltratın osmolaritesi dolaşımdaki kanla aynıdır. Bu osmolarite proksimal tübül tarafından
değiştirilmez çünkü su, lümeni iyon hareketine yanıt olarak terkeder.
Oluşan idrarın osmotik basıncı, kandan farklıdır. Differensiyel osmotik basınç, ürinifer
tübülün geri kalan bölgelerinde oluşturulur.
İlginç olarak, idrarın osmolaritesi ve hacmi değiştiğinden böbreklerin
bu faktörleri ayarladığını göstermektedir.
Kortikomedullar kavşaktan medulla derinliklerine doğru
artan osmolarite gradyanı, renal medullar interstisyumda sürdürülür.
Jukstamedullar nefronların uzun Henle kulpları, ters akım çoğaltıcı bir sistem
yoluyla bu osmotik gradyanın oluşturulması ve sürdürülmesine yardımcı
olur. Henle kulpunun inen ince kolunun
hücreleri suya ve tuzlara serbestçe geçirgendir. Bundan dolayı, su hareketi, kendi
mikroçevresinde osmotik kuvvetlere etki eder.
İnce çıkan kol, suya kısmen geçirgen değildir, fakat tuzlar
interstisyumun durumuna bağlı olarak tübüle girebilir veya tübülü terk
edebilir. Bu noktada üre, Henle kulpunun
ince kollarına girer.
Henle kulpunun kalın çıkan kolu suyu hiç geçirmez; ama,
bir klorid pompası, klor iyonlarını tübül lümeninden uzaklaştırır ve bu iyonlar
interstisyuma girer. Sodyum iyonları
elektriksel nötraliteyi korumak için pasif olarak takip eder (bazı
araştırıcılar bir sodyum pompasının da olduğunu ileri sürerler). Filtrat
yükselirken, daha az iyon içerir;
bu nedenle, interstisyum dışına transfer edilebilecek olan tuz miktarı azalır. Tuz yoğunluğu gradyanı en yüksek interstisyal
osmolaritenin olduğu medullanın derinindedir ve interstisyum osmolaritesi
kortekse doğru azalır.
Medulla, Henle kulpunun ince ve kalın kolları ve
toplayıcı tübüllerle sıkıca paketlendiğinden
oluşan osmolarite gradyanı her tarafa yaygındır ve tüm tübülleri eşit
olarak etkiler.
Kısaca özetlersek;
*Ultrafiltrat, proksimal
tubulün pars rectasını terk ettiğinde kanla izotoniktir.
*Henle kulpunun ince inen
segmentinde ultrafiltrat inerken,
interstisyumdaki osmotik gradyana yanıt olarak su kaybeder (azalan hacim ve artan osmolarite) ve lümendeki filtrat,
çevredeki bağ dokusu ile az çok eşitlenir.
Yüksek osmolariteli bu sıvı şimdi
suya çoğunlukla geçirgen olmayan
fakat tuzlara geçirgen olan Henle kulpunun çıkan ince kolunda
yükselmektedir. Ultrafiltatın hacmi
değişmez (yani ultrafiltrat girdiği miktarda çıkar) fakat tübül içindeki
ultrafiltatın osmolaritesi , interstisyumun osmolaritesine ayarlanır.
*Henle kulpunun çıkan
kalın koluna giren sıvı, suya geçirgen olmayan fakat klorid iyonlarını lümenden
hareket ettiren ve sodyum iyonlarının da pasif olarak takip ettiği (belki de
aynı zamanda aktif olarak) bir klor
pompasına sahip bölgeden geçer. Su
lümeni terk edemediğinden ultrafiltrat hipotonikleşir fakat hacmi çıkan kalın
kolda kortekse yükselirken değişmez. Çıkan kalın kolun lümeninden bağ dokusuna
aktarılan klor ve sodyum iyonları, dış medullanın interstitumundaki
konsantrasyon gradyanının oluşturulmasından sorumludur.
JUKSTAGLOMERULAR
APPARATUSTAKİ FİLTRATIN MONİTORİZE
EDİLMESİ
Macula densa hücreleri olasılıkla filtrat hacmini ve
sodyum konsantrasyonunu takip eder. Eğer
sodyum konsantrasyonu spesifik eşiğin altındaysa, makula densa hücreleri 2 olay
gerçekleştirir.
1-Afferent
arteriyolun genişlemesine yol açarak glomerule kan akışını artırırlar.
2-Jukstaglomerular
hücreleri uyararak renin enziminin dolaşıma verilmesini sağlarlar.
Renin,
kan dolaşımında normal olarak bulunan
anjiyotensinojeni bir dekapeptit olan ve ılımlı bir vasokonstriktör
olan anjiyotensin I ‘ e dönüştürür.
Akciğer kapillerlerinde ve daha az miktarlarda da böbrekler ve diğer
organlarda bulunan anjiyotensin-dönüştürücü enzim (ACE), anjiyotensin I’i bir
çok biyolojik etkisi olan bir oktapeptit hormon olan anjiyotensin II’ ye
dönüştürür. Kuvvetli bir damar büzücü olan anjiyotensin II, kan
damarlarının lümen çapını daraltır.
Efferent glomerular arteriyolde daralma ve glomerül içindeki basınçta artma
olur. Artan kan akış hacmi ile birlikte
artan intraglomerular basınç, glomerular filtrasyon hızını artırır. Anjiyotensin II aynı zamanda adrenal
korteksten aldosteron hormonunun salınımını etkiler. Aldosteron, özellikle distal kıvrıntılı tübül
hücrelerini etkiliyerek onların daha fazla sodyum ve klor iyonlarını resorbe
etmesini sağlar.
KLİNİK İLİŞKİ
*Kronik
essential hipertansiyonun
nedenlerinden biri, anjiyotensin II ‘nin artmış düzeyde bulunmasıdır. Nedeninin
önceleri jukstaglomerular hücrelerden fazla renin salınımı ile ilgili olduğuna
inanılıyordu. Şimdilerde, daha çok
anjiyotensin-dönüştürücü enzim nedeniyle olduğu görülmüştür.
TOPLAYICI
TÜBÜLLERDE FİLTRATTAN SU ve ÜRE KAYBI
Toplayıcı tübüle girmek için distal
kıvrıntılı tübülü terkeden filtrat hipotoniktir. Toplayıcı tübül medulladan, area cribrosaya
ulaşmak için geçerken, Henle kulpunun çıkan ve inen kollarındaki gibi aynı
osmotik gradyanla karşı karşıya kalır.
Antidiüretik hormon (ADH) yokluğunda, toplayıcı tübül hücreleri ve daha
az oranda da distal kıvrıntılı tübül hücreleri suya hiç geçirgen değildir. Bu nedenle filtrat veya
idrar toplayıcı tübüllerde değişikliğe uğramaz ve idrar seyreltik olarak
(hipotonik ) kalır.
ADH etkisi altında, toplayıcı tübül
hücreleri ( insan ve maymunlar dışında olan diğer hayvanlarda distal kıvrıntılı
tübüller ) su ve üreye serbestçe geçirgen hale gelir. Filtrat, renal medulla içinden toplayıcı
tübüle inerken, firkete biçimli Henle kulpunun ve vasa recta tarafından
oluşturulan osmotik gradyanla karşılaşır ve su, toplayıcı tübülden çıkarak
interstituma girer. Dolayısıyla, ADH
varlığında idrar, yoğunlaşır ve hipertonikleşir.
Ayrıca, üre yoğunluğu toplayıcı
tübül lümeninde oldukça artar ve ADH varlığında, iç medulla interstitumuna
pasif olarak girer. İç medulladaki interstisyumdaki konsantrasyon gradyanının
çoğu sodyum ve klor yerine üre nedeniyledir.
VASA RECTA ve TERS AKIM DEĞİŞTİRİCİ SİSTEM
Vasa
recta, medulladaki osmotik gradyanın sürdürülmesine yardımcı olur. Çünkü hem arteriyal hem de venöz kollar su ve
tuzlara serbestçe geçirgendir. Ayrıca,
arteriyel kolun lümen çapı, venöz koldan daha küçüktür. Bu nedenle, kan arteriyel koldan aşağıya
doğru akarken su kaybeder ve tuzlar eklenir. Venöz kol yoluyla geri dönerken
tuzlarını kaybeder ve su katılır ve bir ters akım değiştirici sistem olarak
hareket eder.
Bu mekanizma, osmotik gradyan
sisteminin undisturbed olarak kalmasını sağlar.
Çünkü, damarlardaki kanın
osmolaritesi, aşağı yukarı interstisyumla eşittir. Öte yandan arteriyel kol ile getirilen
tuzların ve sıvının hacmi venöz koldan uzaklaştırılandan daha azdır. Bu değişim sistemi, renal medulladaki
konsantrasyon gradyanı nedeniyle su ve
tuzun geri emilerek vücuda dönmesine yol açar.
BOŞALTIM YOLLARI
Üriner sistemin boşaltım yolları,
minör ve majör kaliksler, pelvis renalis, üreter, vesica urineria (tek) ve
üretradan (tek) oluşur.
Kaliksler: Her renal piramitin renal
papillası huni biçimli odacık olan ve
Bellini kanalını area cribrosada terk eden idrarı alan minör kalikslere açılır. Minör kalikse doğru uzanan piramitin tepesi,
idrarı altındaki interstisyal bağ dokusundan ayıran bir bariyer olarak hareket
eden değişici epitel ile
döşelidir. Lamina propria’nın derininde
tamamen düz kastan oluşan bir tabaka bulunur.
Bu kas tabakası idrarı major
kalikse doğru hareket ettirir. Major
kaliksler 3-4 kadar daha büyük huni biçimli odacıklardır. Her major kaliks, 2-4
kadar minör kaliksten idrarı alır. Major
kalikslerin yapısı ve üreterlerin genişlemiş proksimal parçası olan pelvis
renalisin yapısı minör kalikslere benzer.
Boşaltım yollarının duvarları, minör kaliksten vesica ürineria’ ya doğru
kalınlaşır.
URETER
Her
üreter 3-4 mm çapında, 25-30 cm uzunluğundadır. Tunika mukoza, tunika muscularis ve tunika
adventisya olmak üzere 3 tabaka içerir.
Üreter mukozası, üreter boş olduğunda lümene doğru
çıkıntı yapan kıvrımlara sahiptir.
Üreter dolu olduğunda bu kıvrımlar kaybolur. 3-5 tabakalı değişici epitel örtüsü, düzensiz
sıkı fibroelastik bağ dokusu yapısındaki lamina propria üzerinde uzanır. Epitel alttaki lamina propriadan daima bir
bazal lamina ile ayrılır.
Tunika muskularis, içte longitidünal, dışta sirküler
düzenlenimli 2 düz kas tabakası (sindirim sistemindekinden farklı olarak)
içerir. Bu düzenlenim üreterin 2/3 lük
üst kısmında böyledir. 1/3’lük alt kısmında longitidünal düzenlenimli 3. bir
kas tabakası bulunur.
Tunika adventisya belirgin değildir. Proksimal
ucunda böbrek kapsülüne ve distal uçlarında ise idrar kesesi bağ dokusu
içine katılarak sonlanır. Sanılanın aksine idrar üreterlerden aşağıya
doğru çekim kuvveti etkisiyle ilerlemez.
Duvardaki kas tabakalarının peristaltike benzer dalga hareketi ile idrar mesaneye doğru
hareket ettirilir. Üreterin mesaneyi
deldiği mesane tabanının posterior yüzünde her üreter açıklığını üzerinde
bulunan valfe benzer mukoza katlantısı bulunur.
Böylelikle idrarın üreterlere geri kaçışı önlenir.
VESİCA URİNERİA
Vesica
urineria, idrarın, işeme için gerekli basınç oluşana kadar depolandığı bir
organdır. Mukoza aynı zamanda idrar ve
lamina propria arasında bir osmotik bariyer olarak da rol oynar. Mukozada çok sayıda katlantı bulunur ancak bu
katlantılar organ idrarla gerginleştiği zaman kaybolur. Gerginlik sırasında değişici epitelin büyük,
yuvarlak ve kubbe biçimli hücreleri esner ve yassı şekil alır.
Hücre şeklinin uyumu, değişici epitel hücrelerinin eşsiz bir özelliği olan normal hücre membranı
olan interplak bölgeleri arasında
bulunan özelleşmiş, sert ve kalınlaşmış bölgelerinin bir mozaiğini içeren plak
adı verilen yapılarca sağlanır. Kese boş
olduğunda, plak bölgeleri düzensiz katlantılar oluşturur, organ
gerginleştiğinde bu katlantılar düzleşir.
Hücre içi filamentlere tutunan bu plaklar gap-junctionlara benzer fakat
bu benzerlik yüzeyseldir.
Plaklar, suya ve
tuzlara geçirgen değildir çünkü bu hücreler idrar ile altta bulunan lamina
propria arasında bir bariyer olarak rol oynar.
Değişici epitelin yüzeyel hücreleri desmozomlarla ve olasılıkla sıkı
bağlantılarla birbirlerine bağlanarak hücreler arasında sıvının geçişini
engelleyen bariyere yardımcı da olurlar.
Kesenin üçgen biçimli apeks bölgesinde 2 üreterin ve üretranın
açılma delikleri bulunur ve trigone
olarak adlandırılır. Trigone mukozası
daima düzdür, hiç katlantı yapmaz.
Trigonun embriyonik kökeni, diğer bölgelerinden farklıdır.
Vesica urineria’nın lamina propriası 2 tabakaya ayrılır:
*daha yüzeyel olan düzensiz sıkı kollajenöz bağ dokusu tabakası,
*daha altta olan kollajen
ve elastik lifleri içeren gevşek bağ dokusu tabakası.
Lamina propriada muköz
glandların bulunabildiği uretral açıklık bölgesini çevreleyen alan dışında bezler bulunmaz. Genellikle bu bezler lamina proprianın
yüzeyel tabakasında bulunurlar. Üretral
açığı kayganlaştıran şeffaf visköz bir sıvı salgılarlar.
Kesenin muskuler tabakası, sadece kesenin boyun bölgesinde
3 tabakalı düz kas tabakası içerir. İçte
ince longitidünal tabaka, ortada kalın sirküler tabaka ve dışta ince
longitidünal tabaka bulunur. Ortadaki
sirküler tabaka, üretranın internal açıklığı etrafında internal sfinkter kası
oluşturur.
Adventisya, bol
miktarda elastik lifleri de içeren düzensiz sıkı kollajenöz bağ dokusu
yapısındadır. Adventisyanın bazı
bölgeleri seroza ile çevrili (intra-peritoneal) iken diğer bölgeler yağ dokusu
ile çevrilidir.
ÜRETRA
Mesane, idrarı
dışarıya aktaran ve tek bir tübüler yapı olan üretraya açılır. Üretra perineyi delerken, iskelet kas
hücreleri üretrayı çeviren eksternal sfinkter kası oluşturur. Bu kas miktürisyonun (işeme) kontrolünü
sağlar. Erkek üretrası, dişi
üretrasından uzundur ve hem idrarın hem de semenin atılmasını sağlar.
DİŞİ
ÜRETRASI: 4-5 cm uzunluğunda ve 5-6 mm çapındadır. İdrar kesesinden vagina açıklığının tam üst
ve önünde bulunan eksternal üretral açıklığa kadar uzanır. Normalde, işeme sırası hariç kollapse
olur. Kese yakınında değişici epitel
ile, diğer bölgelerinde ise çok katlı yassı non-keratinize epitel ile
döşelidir. Epitel arasında yer yer
yalancı çok katlı prizmatik epitel yamaları da bulunur. Fibroelastik özellikteki lamina propria
nedeniyle mukoza uzun katlantılar içerir.
Üretranın tüm uzunluğu boyunca çok sayıda mukoz tipte salgılama yapan Littre glandları bulunur.
Mukozayı, erkeklerdeki corpus spongiosuma benzeyen ince,
damarlı ve erektil tabaka çevreler.
Üretranın musküler tabakası, mesanenin kas tabakası ile devam eder ve
içte longitidünal, dışta sirküler düz kasları içeren 2 tabakalı bir yapıdır.
Üretra perineyi delerken (ürogenital diyafram) iskelet kasından oluşan
bir sfinkter ile çevrelenir ve miktrüsyonun isteğe bağlı kontrolünü sağlar.
ERKEK
ÜRETRASI: 15-20 cm uzunluğundadır ve
geçtiği bölgeye bağlı olarak isimlendirilen 3 bölgesi vardır.
Prostatik
Üretra: 3-4 cm uzunluğundadır ve tamamen
prostat bezinin içinde bulunur. Değişici
epitel ile döşelidir. Bu bölüme çok sayıda ince prostat kanalları, prostatik
ütrikul (uterusun rudimenter homologu), ve bir çift ejakulator kanal açılır.
Membranöz
Üretra: Sadece 1-2 cm uzunluğundadır. Perineal membranın (ürogenital diyafram)
içinden geçtiği için bu adı alır. Aralarında yalancı çok katlı prizmatik epitel
yamalarının bulunduğu çok katlı prizmatik epitel ile döşelidir.
Spongiyöz
Üretra (penil üretra):
15 cm
lik uzunluğuyla en uzun parçadır.
Penisin içinden geçer ve glans penisin tepesinde eksternal üretral
açıklıkta sonlanır. Corpus spongiosum
içinde yerleşik olduğundan bu adı alır.
Aralarında yalancı çok katlı prizmatik epitel ve çok katlı yassı non-keratinize epitel
yamalarının da bulunduğu çok katlı prizmatik epitel ile döşelidir. Glans penisteki üretranın genişlemiş son
bölümü olan fossa navicularis çok katlı yassı non-keratinize epitel ile
döşelidir.
3 bölgenin de lamina propriası kan damarlarından zengin gevşek fibroelastik bağ dokusu
yapısındadır. Çok sayıda muköz salgı
yapan Littre bezlerini
içerirler. Bu bezlerinin salgıları
üretral epiteli nemlendirir.
0 yorum:
Yorum Gönder
Lütfen adınızı, soyadınızı ve mail adresinizi belirterek yorum yapınız.